Dersim İsyanı ve Seyit Rıza





M.Ö 6. yüzyılda bugünkü Tunceli, Bingöl, Erzincan ve Elazığ"ı içine alan bölgeye "Dranis" adı verilmektedir. Xenophon"un Anababis isimli eserinde ise bölgenin adı Derxene olarak geçmektedir. Ptolemy bölgeden Daranalis olarak bahsederken, Ermeni kaynaklarında da bölgenin adı Derjan olarak yer almaktadır. Dersim isminin erken biçimleri olarak değerlendirilebilecek bu isimlere karşın genel olarak kelimenin kökeninin kapı manasındaki "Der" ve gümüş manasındaki "sim" kelimelerinden oluşan Farsça kökenli olduğu kabul edilmektedir. Osmanlı belgelerinde bölgedeki aşiretlerden genel olarak ‘Dirsimli’ veya ‘Dujik/Duşik’ aşiretleri olarak söz edilir ve hepsi ‘Ekrâd (Kürtler) taifesinden’ olarak sınıflandırır. Yalnızca Zazaca konuşan Balabanlar’ın Yörükan taifesinden Türkler olduğu söylenir. Bölge Osmanlı döneminde de fakirliği ile bilinmektedir. Çıkan asayiş olaylarına ilişkin olarak 1899 yılında Müşir Şakir Paşa: "Eşkiyalığın nedeni fakirlik ve ihtiyaçlardır" derken 1906 yılında Celal Bey aşiret ağalarının bile Anadolu"daki diğer ağalara nazaran fakirlik içerisinde olduğunu söylemektedir.  Kazım Karabekir 1908 tarihli raporunda Dersim"de ekilebilir arazilerin azlığından dem vurmuş, "ekilebilir arazilerin yetersizliğinden ötürü ahali diğer yerlerde olduğu gibi kendi ekip biçtikleriyle geçinemediğinden, zanaat ve ticaret de olmadığından tabiatın bu noksanını hırsızlık ve haydutlukla telafi yoluna gitmiştir" demektedir. 1920 yılında Meclis kürsüsünde konuşan Dersim Mebusu Hasan Hayri bey de aynı görüştedir. Ona göre Dersimliler senenin 8 ayını hariçten geçirmekte, yokluk içinde yaşamaktadır.





Dersim Hakkında




Osmanlı Döneminde Dersim





Tunceli bölgesi 1514′te Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetimi  Kanuni döneminde bölgeyi Çemişgezek, Mazgirt, Pertek ve Sağman sancaklarına ayırıp valilikleri Pir Hüseyin Bey’in oğullarına verdi. Osmanlı döneminde Dersim öncelikle Erzurum Beylerbeyliği"ne bağlı bir sancak olarak görülmektedir. Daha sonra Dersim has, zeamet halinde Çemişgezek, Pertek ve Sağman beylerine tabi tutulmuştur. Dersim daha sonra 1879 yılında oluşturulan Mamurat"ül Aziz Vilayeti"ne bağlanmış, merkezi Hozat olarak belirlenmiştir. Tanzimat"tan sonra yapılan yapılanmada da Dersim yönetimine bölgede hakim olan ağa ve şeyhler atanmıştır. Her ne kadar bir çok tarihçiye göre bölgede merkezi devlet otoritesi kurulamamış olsa da, 1897 nüfus sayımının detaylı bir şekilde yapılması bölgede merkezi devletin varlığının önemli bir ispatıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bir çok Dersim İsyanı vuku bulmuştur. Osmanlı - Safevi mücadelesi sırasında yaşanan katliamlar ve devlet otoritesinin baskısı nedeniyle otoriteye başkaldırmaya başlayan Dersimliler, 1860 - 1877 yılları arasında bölgeye yapılan kışlaya da karşı çıkmış, Osmanlı Rus Harbi sırasında bazı bölgelere kurulan kışlaları yıkmışlardır. 1907 yılına kadar Osmanlı merkezi yönetimi bölgede hakimiyetini tesis etmeye çalışmışsa da bunda başarılı olamamış, 1907 yılında Kureyşan Aşireti lideri Ali Çavuş"un 2000 kişiyle Kiğı Köylerini basmasıyla çıkan olaylar sonucunda Osmanlı ordusu bölgeye girerek hakimiyeti ele almıştır. 1908 yılında tekrar olaylar çıkmış ancak Galatalı Şevket Bey komutasındaki Osmanlı birlikleri kısa sürede bölgede hakimiyeti yeniden tesis etmiştir.





1921 Koçgiri İsyanı





1921 Koçgiri İsyanı




KOÇGİRİ İSYANI İLE İLGİLİ ŞU LİNKTEN DAHA DETAYLI BİLGİ ALABİLİRSİNİZ.





KOÇGİRİ İSYANI

1908 yılında Meşrutiyet"in tekrar ilan edilmesinden sonra ülkeye yayılan özgürlük havası Dersim"e de ulaştı. Bu dönem kurulan Kürt cemiyetlerinden bazıları Dersim"de de faaliyet göstererek örgütlenmeye başladılar. Koçgiri aşireti de Kürt Teali Cemiyeti ile bağlantı kurdu. 1919 yılında İngiliz Yüksek Komiserliği ile özerklik hakkında görüşenler arasında Koçgiri aşiretinin de önde gelenleri bulunmaktaydı.Ancak Koçgiri Aşireti"nin bu tutumu Sevr Anlaşması"nın ilanından sonra diğer Dersimli aşiretler arasında zemin bulmadı. Sevr"in Ermenilere yönelik hükümleri sebebiyle rahatsız olan, aynı zamanda ülkenin geleceğinden endişe eden Dersim"in önde gelenleri Büyük Millet Meclisi"ne katılma kararı aldılar. Bu vekiller daha sonra Dersim"de yaşanan huzursuzluklara da mani olacak ve bölge aşiretlerini milli mücadeleden yana taraf olmaya ikna edecekti.Ancak bu tutumu benimsemeyen Koçgiri Aşireti önderlerinden Alişan Bey ve adamları merkezi hükümete karşı isyan çıkarma kararı aldılar. 6 Mart 1921 tarihinde Ankara"dan gönderilen birliklere saldıran ve Binbaşı Halis Bey"i öldüren isyancılara karşı bölgede sıkıyönetim ilan edildi. 13 Mart tarihinde Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordu"nun bölgeye girişiyle ordu güçleri isyancılara karşı tedip hareketine başladılar. "Zo diyenleri temizledik, Lo diyenlerin de köklerini ben temizleyeceğim" gibi ifadelerle bu tedip hareketini yöneten Sakallı Nurettin Paşa nihayetinde 500 isyancıyı öldürdü, 2000 kişiyi de sürdü. Nurettin Paşa"nın tutumu Ankara içinde de rahatsızlık yaratmıştı. Daha sonra Sivas Valiliği de yapacak olan Ebubekir Hazım Tepeyran Meclis"e sunduğu raporunda şöyle yazacaktı: "Ümraniye bucağı ve Zara ilçesinin merkezine bağlı 132 köy, savaşan düşman istihkamları gibi yakılmış, yıkılmış ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanlar yağma olunmuştur. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda, açlıktan ve yoksulluktan ölüme bırakılmıştır."





Koçgiri İsyanı"ndan Sonraki Dönem





Koçgiri İsyanı




Bu dönemde Dersim nahiyesinde önemli bir olay yaşanmadı. Özellikle Dersim Mebusu Diyap Ağa"nın milli mücadelede gösterdiği katkılar ve Mustafa Kemal Atatürk ile kurduğu iyi ilişki bahse değer.Ancak Ankara Dersim"de otoritesini tam olarak sağlayamamaktan rahatsızdı ve bölgeye neredeyse hasmane bir gözle bakıyordu.Örneğin Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey 1926 yılında hükümete sunduğu bir raporda şöyle diyordu: "Dersim Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin işlem yapmak ve üzücü ihtimalleri önlemek, memleketin selameti için mutlaka lazımdır. Mektep açmak, yol yapmak, refahı temin edecek fabrikalar kurmak özetle yurtlandırma ve medenileştirme yoluyla bölgeyi ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir."1930"da Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Öngören izlenecek yöntem olarak şunları belirlemişti: "
A) Bütün Dersim"in hariçle münasebetini kat ederek, taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek ve şu suretle Dersimi fenalıklardan tahliye.
B) Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çemberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersim"den çıkartarak garba serpiştirmek"Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ise "Dersimli okşanmakla kazanılmaz" derken "Dersim"in koloni gibi nazarı itibara alınmasını" öneriyordu.
 1934 yılında çıkartılan İskan Kanunu ve 1935 yılında çıkartılan Tunçeli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun kapsamında da bu önerilere uygun bir takım hareketlere girişildi.





Seyit Rıza Kimdir?





Alevi ve Kürtlerin Yüzüne Tükürmesi Gereken Bir Adam; Seyit Rıza...




I. Alaeddin Keykubad döneminde Horasan"dan göçerek Kureyş isimli Pir"in önderliğinde Adıyaman"a yerleşen Alevi-Bektaşi mensubu bir Türk boyu olan Kureyşan Aşireti , yıllar içinde 7-8 kabileye ayrılarak, Anadolu"nun birçok bölgesine yerleşir. Bu boylardan, Tunceli, Elazığ, Erzincan bölgesine yerleşerek Şeyh Hesenan (Şixhesenu – Şeyh Hasan) olarak isimlendirilmiş ve yine bu boydan ayrılarak Yukarı Abbasanlar (Kör Abbas) ismiyle anılan bir grup aile, Tunceli ili Ovacık ilçesi"ne yerleşir.

Ovacık - Yalmanlar (Lirtik) Köyü;
Yunanistan"ın, 1832 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, Anadolu da yaşayan Rum Halkı, Mora Yarımadası"na göçe başladı. Terk ettikleri bölgeler de malvarlıklarını yok pahasına, yerli halka ve din bağları nedeniyle daha çok Ermeniler"e bırakmayı tercih etmişlerdi. Yalmanlar (Lirtik) köyü de aslında bir Rum köyü iken Ermeniler"ce çok ucuza satın alınmış topraklardı.

Hesenan (Husnan) Aşireti ;
Arap kaynakları aşiretin ilk yerleşim yeri olarak Zap bölgesini işaret etse de, Zirkan Aşireti ile geçmişten gelen akrabalıkları, aşiret üyelerinin oldukça dağınık olarak Zazaca, Kurmançi ve kısmen Farsça ana dile sahip olmaları göz önüne alındığında Zap Bölgesi"ne Horasan"dan geldikleri ihtimali kuvvetlenmektedir. Zira Kürt olarak ifade edilen toplulukların Orta Asya"dan, Hazar"ın güneyini takip ederek Acem Halkı arasına karıştığı ve bu bölgeden asimile olarak Farsça"yı anadil yaptığı, son olarak Türkmenlerle birlikte Mezopotamya bölgesine yerleştiğine dair birçok iddia vardır (Bu konu ileride detaylı olarak paylaşılacaktır). Aşiret, Yavuz Sultan Selim dönemine kadar Anadolu"nun birçok bölgesinde özgürce göçebe hayatı yaşamış, bu dönem içinde diğer yerleşik Kürt aşiretleri ile husumetler yaşamış olup, bulundukları bölgelerde mülkiyet gaspı gibi şiddet içerikli olaylara karışması nedeniyle 1514 yılında Osmanlı devletinin Rusya ve İran ile olan sınırlarına yerleştirildi ve bu iki devletten gelecek tehlike ve saldırılara karşı Osmanlı sınırlarını muhafaza görevi verildi. Bugün İran sınırlarında yaşayan Heyderanlı ve Sipkanlı Aşiretleri de bu aşiretin devamıdır. Bu gelişmeler yaşanırken beri tarafta safevi devletinin Meliki Şah Abbas bu aşiretin yaşadığı bölgeyi tüm kolları ile beraber ele geçirdi ve kontrolü altına aldı. Sonrada aşiretin Zafranlı, Adamanlı, ve Kiwanlı boylarını Horasan bölgesine naklederek orada yaşamaya mahküm etti. Ancak 1639 yılında Türkler ile İranlılar arasında yapılan antlaşmadan sonra bu aşiretler Osmanlı yönetimi altına veridiler. Yalnız burada bir gelişme daha yaşandı, Heyderanlı ve Sipkanlı boyları çok fazla kargaşa çıkarıp zaman zaman İran"a saldırıp mallarını yağmalayarak bazı beldeleri yakıp yıktıkları için her iki devletin yetkilileri olan Şah Fetah Ali ile Sultan II.Mahmud arasında yapılan son antlaşmaya yeni bir madde eklendi. Bu maddeye göre Osmanlı devleti adı geçen iki aşireti İran beldelerine saldırmaları halinde "Bu aşiretleri cezasız bırakmayacağını taahhüt ediyordu". Aşiret Kürtler arasında pek hayırla yad edilmediği gibi bizzat güneydeki Kürtlere de zarar verip kötülük etmekte meşhur olmuşlardı.

Seyit Rıza :
Şeyh Hasan"ın, Dersim Beyi, Aşiret reisinin kızıyla evliliğinden olma Seyyid Selahaddin adlı oğlunun torunlarından olan Şeyh Hasan"ın oğlu Seyyid İbrahim"in oğludur. Birçok kaynakta yazılanın aksine iyi derece de Türkçe, Zazaca, Kürtçe, Ermenice, Farsça ve Arapça bilmektedir.

Osmanlı"nın zayıflıkları karşısında meydana gelen iç kargaşaları iyi gözlemleyen Seyit İbrahim ve aşireti Yukarı Abbasanlar, devletle işbirliği yaparak Yalmanlar köyündeki Ermeniler"in anayurtlarını terk etme sürecini hızlandırmış ve köye sahip olmayı başarmıştır. Böylece önceki sahipleri Rumlar"a yar edilmeyen köy, Ermeniler"e de yar olmamıştı. Aşiret buna karşılık devletten birçok ayrıcalıklar kazanmayı da başarmıştı. Tahminen 1863 yılında doğan Seyit Rıza, yetişkinliğinde, aşiret liderliği ile birlikte babasının politikalarını da devir almış ve hızlandırarak uygulamaya devam etmiş, bölgede bulunun diğer aşiretleri de etkisi altına almayı başarmış, Ermeniler ile dostane ilişkiler kurmuş, hatta 1915 Ermeni Techiri sırasında birçok Ermeni"yi devlete teslim etmeyerek, güvenli yollardan kaçışını sağlarken, boşalan Ermeni köylerini ve mal varlıklarını bir bir ele geçirmiş ve hazinesini artırarak, bölgede devlete rağmen tek otorite olma yolunda hızla ilerliyordu.

Ancak 1920 yılında TBMM nin kurulması ile birlikte tüm Anadolu"da olduğu gibi Dersim bölgesinde de her şey değişmeye başlamıştı. Feodal sistemlerin hoşlanmadığı merkezi otorite, değişimi fark eden Seyit Rıza"yı rahatsız etmekteydi. Kişisel çıkarları gereği o güne kadar devletle ilişkisini iyi tutan Seyit Rıza, bu değişim karşısında kazanımlarını korumak için, ilk defa Koçgiri isyanı sonrası Ankara"ya karşı tavır alır ve Koçgiri"den Dersim"e sığınan Alişer, Alişan beyleri ve taraftarlarını himayesine alır.

İlk başta neden isyanı desteklemediği ise ayrı bir soru işareti olarak kalmıştır. Ankara"nın da tepkisi ile karşılanan bu olay karşısında Dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta , Seyit Rıza ile ilgili olarak "şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti" der. Burada bahsedilen hizmet ise Aşiretin Hamidiye Alaylarına verdiği destek ve Ermeniler"in tehciri olayındaki üstü kapalı yardımlarıdır. Bundan sonra ise Seyit Rıza ile Hükümet arasında giderek derinleşen bir uçurum meydana gelecektir. 1923 Yılında cumhuriyetin ilanı, Aleviler tarafından sevinçle karşılanır. Yüzyıllardır üzerlerindeki baskı kalkacak ve modern devlet yapısı içinde yaşamlarını devam ettireceklerini düşünmektedirler. Yeni hükümet çıkardığı kanunlar da, gönderilen raporlar da, yolların, köprülerin, yeni okulların, hastane ve karakolların inşasından bahsetmektir.

Ancak bu durum Dersim bölgesinde aksi şekilde gelişmekte, Seyit Rıza gibi aşiret liderleri, cehalet içindeki marabalarının kendileri gibi olmasını kabul edemeyecek, Yalmanlar Köyü"nden çıkıp, Hozat"ın Sin Nahiyesine bağlı, üzerine çöreklendiği bir Ermeni Köyü olan Ağdat Köyünde yaptırdığı "Viyalık" ve "Sesen Kale" olarak bilinen malikanelerinde yaşamına devam edecek, yörenin, kölelerinin ve marabalarının adaletini kendisi sağlayacak, ekmeğini de kendisi verecektir. Aksi halde bunları yapacak olan hükümet birgün gelip ele geçirdiği toprakları da marabalarına vermeye cüret edebilecektir.

Yolların, köprülerin yapılması demek devletin Dersim"i sahiplenmesi demektir ki, Dersimin yegane sahibi kendisi olmalıdır, marabaların okullarda eğitim görmesi demek, akıl hocası Baytar Nuri olması demektir ki, bu onun için yok oluşun başlangıcı sayılacaktır. Karakolların yapılması demek devletin adaletinin Dersim"e girmesi demektir ki, kendinden başkasının Dersim"de adalet dağıtması onur kırıcı bir durum olacaktır.

Devlet dediğin halkından vergi alarak ayakta durur. Seyit Rıza o güne kadar bunlardan zaten muaftır. Yeni hükümet bir de vergi isteyecektir. 230 Köy sahibi, bölgenin en güçlü aşiret reisi, İstanbul"da ki aşiret mensuplarından bile vergi toplayan biri için geçerli tek ilke "vergi verilmez, alınır" olurken, vermekte ne demektir.

Nihayet Dersim"de aşiret liderleri ile yeni devlet arasında kavga başlamıştır. Cehaletin iliklerine kadar işlediği marabaları devlete karşı kışkırtmak aşiret liderleri için bir bardak su içmekten daha kolaydır. Artık aşiret mensupları için devleti temsil eden her şey düşman ve ya zararlı unsur olarak algılanmaktadır. Seyit Rıza 1924"te Hozat"ı işgal etmiş; çevredeki cumhuriyet yanlısı aşiretleri basmış; devlet içinde devlet gibi davranmış, kendisine yollanan onca nasihat heyetine silahla karşılık vermiştir. Bir taraftan devleti kendinden uzaklaştırıken, diğer taraftan marabalarını oturttuğu kazıkta muhafaza çabası içine girmiştir.





İsyana 5 kala





İsyanın ya da olayların hemen öncesi: 1925 yılında gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Dersim’i de kapsayan bölgede sıkı yönetim ilan edilir ve bu sıkı yönetim 1927 yılında kaldırılır. Bunun yerine Elazığ, Diyarbakır, Van, Urfa, Hakkari, Bitlis, Siirt ve Van’ı kapsayan “Umumi Müfettişlikler” (bir çeşit olağanüstü hal valiliği) kurulmaya başlanır.





ne-ola-ki-bu-umumi-mufettislikler-derseniz-listelist





Tarihçilerin yorumuyla, Osmanlı’dan devralınan bu “bölgesel
valilikler”, sivil, asker ve yargı üzerinde kesin otoriteye sahip
yönetimlerdir. Vali olan zat-ı muhterem, aynı zamanda suçlama makamıdır
(yani savcı), ek olarak hakimleri de denetleme yetkisi vardır. Ulus
devletin oluşturulma sürecinde böyle bir yönetimin tercih edilmesinin
sebebi, merkezi otoriteyi güçlendirmek, ortaya çıkabilecek yerel yönetim
girişimlerini (adem-i merkeziyetçilik) engellemektir. İşte bu umumi
müfettişliklerden birisi de Dersim’e kurulur.





İskan Kanunu




yasal-surgun-iskan-kanunu-listelist





Bu sürecin en önemli adımlarından birisi de sürgünü yasal hale getiren İskan Kanunu. Bir maddesi şu şekilde mesela:

Madde 13/3: Türk ırkından olmayanların, serpiştirme suretiyle köylere ve
ayrı mahalle veya küme teşkil edilmeyecek şekilde kasaba ve şehirlere
iskanları mecburidir.

Amaç, homojen bir topluluğu belli bölgelere dağıtarak zaman içinde
asimile etmek, baskın kültüre, devlet kültürüne uyumlu hale getirmektir.
İskan Kanunu ve Tunceli Kanunu, ileride binlerce kişinin ölmesine sebep
olacak kanlı sürecin iki hukuki boyutu oldu.





Tunceli Kanunu




hukukun-hukuki-olarak-katledilmesi-tunceli-kanunu-listelist





Tunceli Kanunu 25 Aralık 1935’te çıkarılır ve Dersim adı Tunceli
olarak değiştirilir.Konuya devam etmeden burada bir parantez açalım ve
Tunceli Kanunu nedir, ne değildir, birkaç şey yazalım. En önemli
yanlarından birisi, savcılık makamının sanıklara neyle suçlandıklarını
söyleme zorunlulukları yok. Normal şartlarda iddianamelerin sanıklara
tebliğ edilmesi gerekirken Tunceli Kanunu’na göre sanıklara iddianame
verilmez. Sonuç olarak, idam cezasına çarptırılan mahkumlar bile neyle
suçlandığını bilmez. Sanıklar avukat tutamazlar, tercüman
bulunduramazlar. Davalar çok kısa süre içinde başlar ve biter, en
önemlisi de verilen hüküm kesindir. En can alıcı taraflarından birisi
de, bu kanunun geriye doğru da işletilebilmesiydi.





Korgeneral Abdullah Alpdoğan




kurtu-dag-turku-yapan-kisi-abdullah-alpdogan-listelist




Tunceli Kanunu’nu takiben 6 Ocak 1936’da da Dersim merkezli 4. Umumi Müfettişlik kurulur ve başına da süper yetkilerle donatılmış Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanır. Böylece  tüm yetkiler Alpdoğan Paşa’da toplanır. Hemen ardından da alınan karar gereği Dersim’in çevre il ve ilçelerle tüm bağlantısı kesilir, buralara giden yollar kapatılır. Stratejik yerlerde kışla ve karakol inşaatlarına başlanır. Ama asker burada sadece karakol ve kışla yapmaz, devletin onlara verdiği yetkiye dayanarak çeşitli taciz-tecavüz vakalarına da bulaşır. Bu noktaya kadar herhangi bir taşkınlık göstermeyen, isyan  etmeyen (ama askerin içlerinde olmasını da sindiremeyen) aşiretler, bu noktadan sonra öfkeyle isyan ederler. Bu öfkeden de ilk olarak, ulus devletin o dönemki en önemli sembolleri olan karakollar, kışlalar ve köprüler nasibini alır.





Dersim’de devleti tanımayan, yasalara uymayan, başına buyruk feodal aşiret düzeni vardı ve devlet 10 yıl boyunca bunu düzeltebilmek için uğraştı. Bu amaçla Tunceli Kanunu çıkarıldı ve 1937’de Tunceli’ye yol, köprü, okul, karakol vb. atılımlara girişildi. Buna Dersim’deki onlarca aşiretten yalnızca 6’sı karşı oldu ve aralarında anlaşarak Devlete karşı koyma kararı aldılar.





21 Mart 1937: Tüm olayların kıvılcımı





21-mart-1937-tum-olayların-kivilcimi-listelist




Mevsim şartlarından dolayı ara verilen kışla ve karakol inşaatlarına Mart 1937’de kaldığı yerden devam edilir. Bunu takiben karakol baskınları da tekrar başlar.





Birinci Dersim Harekatı




Sanki Dersim’de Atatürk tarafından bir Alevi katliamı planlanmış ve uygulanmış gibi yansıtılır. Ayrıca bu konunun Alevilikle bir ilgisi yok. Bu konu Sivas, Çorum, Maraş olaylarına benzemiyor. Bu konu Madımak yangınından çok farklıdır. Eğer Kurtuluş Savaşı sırasında çıkartılan isyanlar, Cumhuriyet dönemindeki feodal kalkışmalar Alevilere mal edildiği takdirde Alevilere en büyük iftira yapılmış olur.
Bir hırsızın, bir katilin, bir sapığın mezhebine bakıp “Bu Sünniymiş” diyerek ne tüm Sünniler karalanabilir, ne de “Bu Aleviymiş” diyerek tüm Aleviler.
Seyit Rıza‘nın mezhebi Alevilik olabilir. Ama yaptıklarının ve isyanının Alevilikle ilgisi yoktur. Yandaşları ona Alevi olduğu için değil, kanun-kural tanımazlıklarından, uşaklıklarından, akrabalıklarından, aşiret dayanışmasından ve feodal zihniyetlerden dolayı katılmışlardır. Çapulcu feodal derebeyi Seyit Rıza idama giderken – “Evladı Kerbelayız, zulümdür, günahtır..” demiş ya;
aslında zulümden şikâyet eden bu eşkiyadan daha zalimi çıkmamıştır Dersim’den:





Seyid Rıza, bir yakınını Alpdoğan Paşa’ya yollayarak görüşme istedi. Dönüşte Sin Köyü’ne misafir olan arabulucu Kırgan aşiretinden iki kişi tarafından öldürüldü. İki suikastçi Hozat’a giderek askeri kışlaya sığındı. Seyid Rıza da yanına aldığı 100 kişilik silahlı gücüyle Sin Köyü’nü ve bir karakolu bastı, katillerin kendisine teslim edilmesini istedi.

Seyit Rıza intikam almak için silahlı adamlarıyla aşiretin köyünü basar. Herkesi çoluk-çocuk-kadın-yaşlı demeden katleder. Evleri yakar. Taş üstünde taş bırakmaz. Öyle bir kindir, öyle bir zalimliktir ki, bu hırsını alamaz, köy mezarlığına bile saldırırlar. Mezar taşlarını yerlerinden söker, mezarları parçalar, dağıtırlar. Yani sağ olanların canını almakla yetinmemiş, geçmişteki ölülerine bile saldırmıştır. Üstelik katlettiği bu insanlar da Alevidir. Bu bilgiyi Alevilerden saklarlar. Açığa vurulsa bir anda gözden düşecektir ama siyaseten gizlerler.





Genelkurmay belgelerinde olay şöyle geçiyordu: "İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle başladı. Telgraf tellerini kesip, köprüyü yaktıktan sonra karakolu bastılar ve 33 askeri şehit ettiler.





devletin-satin-aldigi-asiretler-listelist




Seyit Rıza denen çapulcu derebeyi, isyancıların başındaydı. Haber Ankara’ya ulaşınca Atatürk; 
“Başka çare kalmadı, vuracağız.” dedi ve harekât başladı.





Nisan ayı boyunca hem askeri birliklere baskınlar sürer, hem de direniş. Nihayet 26 Nisan 1937 tarihinde  "Sin bucağının Hozat"la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00"den itibaren 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlaşıldığına göre; bu gece eşkıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu.  Bir gün önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eşkıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00"te 80 kişilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9"uncu Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü"ne taarruza başladı ve sabaha kadar eşkıya ile bölük arasında çok yakın mesafede ve çok şiddetli müsademe devam etti. Bölük bu saldırıyı ancak iki mangası ile karşılayabilmişti.





Bu noktadan sonra devlet tüm gücüyle bölgeye girdi. Artık "tenkil" yani yok etme harekatından bahsediliyordu.





cumhuriyetin-kahredici-ordulari-listelist




4 Mayıs 1937 tarihinde bildiriler atılır uçaklardan. Bildiriler Genelkurmay yayınına göre "Türkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda" yazılmıştı: “Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz.” 





Devlet aşiretlerden silahlarını hükümete teslim etmesini talep etti. Bahar ayı boyunca dağ taş silah aranarak toplanmaya başlanmıştı. Askerler ise bir baskından endişe ediyordu. Nitekim Genelkurmay"a göre "Hemen hemen her gün eşkıyanın şu veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ"da bulunan uçak bölüğünce; eşkıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza"nın evi ve civarı havadan bombalandı.

Aynı tarihlerde Bakanlar Kurulu da gizli bir karar alır. Kararda “Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” denmektedir.

8 Mayıs’ta Genelkurmay’ın emriyle saldırı başlatılır. 19 Mayıs’ta 25. Alay, Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Ay sonuna doğru ordu, Bahtiyar aşiretine bağlı köylere baskın düzenler ve önceden boşaltıldığı görülen köyleri yakar. Haziran başında da Haydaran, Dermenan ve Yusufanlılar’ın bir kısmı teslim olur.
Ordu, daha da ilerleyerek Zel, Bokir, Sıncık ve Aziz Abdal Dağları’nı elde eder. Direnen köyler yakılır, sürülere el konulur. Yine Haziran (veya Temmuz) ayında Tujik Dağı’nı da ele geçirir ordu.





sabiha-gokcenin-ortaya-cikisi-listelist




Direnişçilerin Mayıs ayı başında Mazgirt Köprüsü civarındaki birliklere saldırmasından sonra, aralarında Sabiha Gökçen’in de bulunduğu 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ ve Yukarı Bor çevrelerini bombalar.





ordu-tenkil-kavraminin-hakkini-veriyor-listelist




Alişer ve eşinin kesik başları Alpdoğan’ın masasında




aliser-ve-esinin-kesik-baslari-alpdoganin-masasinda-listelist





18 Haziran 1937’de Başbakan İsmet İnönü Genelkurmay Başkanı Fevzi
Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için
‘Islahat Programı’nı açıkladı. Programa göre, Dersim’e yol, köprü,
okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak,
ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları
devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk
verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine
nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar
haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada
Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti.
İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türklerin yoğun olduğu
yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını
doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi
aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve
mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi’ de vardı.





KOMÜNTERN’İN DERSİM AÇIKLAMASI





Şimdi herhangi bir katliama en sert tepkiyi vermesi doğal karşılanacak olan Komünist Enternasyonal’in ve o dönemde illegal mücadele veren TKP’nin genel sekreteri İsmail Bilen’in “Rundschau” dergisinin 32. sayısındaki yazısında Dersim hakkında ne yazdığına bakalım:





“İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır.
Bu bölgeye geçtiğimiz yıl yasa ile Tunceli adı verilmişti. Dersimin hâkim tabakaları yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir.





Halk Partisi (Kemalistler), iç pazarın gelişmesini isteyen milli burjuvazinin baskısıyla, geçen yıl Cumhuriyetçi devletin bütün ağırlığını ortaya koyarak bu çağ dışı duruma bir son vermeye karar verdi. Özel bir yasa çıkartarak ölüm cezalarını onaylamak da dahil olmak üzere geniş, olağan üstü yetkilerle donatılmış askeri bir yönetimin bu kendi başına buyruk vilayeti TBMM’nin yerine
iş başına geçirildi. Amacı, göçebeliğe son vermek ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve şeyhler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefi güden bir reform planını zorla uygulamaktı.
Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kemalist hükümet TBMM’de şu tedbir kararlarını aldırmayı başarmıştır.
1- Aşiretler bundan böyle tüzel kişiliğe sahip olmayacaktır. Bu karara aykırı
tüm kararların, belgelerin ve hükümlerin hiçbir geçerliliği yoktur.
2-Aşiret reisinin beyin ya şeyhin tüm yetkilerine son verilmiştir.
3-Aşiretlere ait olan ve aşiret reisleriyle beylerin ve ağaların aşiret adına kendi mülkiyetlerinde bulundurdukları bütün taşınmaz mallar, mülkiyetleri hangi resmi belgeye karar ya da geleneğe dayanırsa dayansın, devletin mülkiyetine devredilecektir.
İsyanın arifesinde tapu kadastro idaresi feodal aşiret reislerini elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet tedbirlerini uygulamaya başlamıştır. Bu durumda feodalizm, kendi yasa dışı egemenliğini iktisadi temellerini tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte özellikle bu tedbir, isyana yol açan neden olmuştur. Kitleleri kendi peşlerinde sürükleyebilmek için feodal unsurlar hükümetin silahlı kuvvetinin zayıf olduğu lafını yaydılar. Yaydıkları söylentiye göre, hükümet, ayaklanmayı bastırmak için silahlı birlikleri göndermeye cüret ettiği takdirde İngilizlerle Fransızlar, Türkiye’ye hemen savaş açacaklardı. Ayrıca Arapların da isyancılardan yana olduğu şeklinde haberler çıkartıldı. Feodal unsurlar kamuoyunu bu şekilde hazırladıktan sonra birçok aşiret kendi arasında ittifak yaptı ve “genel müfettişe” yazılı bir açıklama göndererek idari makamlarla anlaşma temeli olmak üzere utanmazca şartlar ileri sürdü. İstedikleri şey hükümeti feodal yöneticilerin zorbalığa dayanan keyfi rejimlerini tasfiye yolunda aldığı tüm tedbirlerden vazgeçmeye zorlamaktı”





Yazıdan görülmektedir ki; Komünist Enternasyonal, gerici feodal isyan karşısında T.C. Hükümetinin müdahalesini desteklemektedir. İsyanı inkâr edenlere bu tarihi belge bir tokat gibidir.





Dersim direnişinin Seyit Rıza’dan sonraki en önemli lideri Alişer ve eşi, Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber (Rehber) tarafından öldürüldüğünde tarih 9 Temmuz 1937’dir. Alişer ve eşinin kesik başları Alpdoğan Paşa’ya gönderilir. 17-18 Ağustos’ta da çarpışmalar gerçekleşir. Öldürülenler arasında Seyit Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu ve üç torunu da vardır. 28 Ağustos’ta direniş önderlerinden biri olan Sahan, Rayber’in elemanı Hıdır tarafından öldürülür. Onun kesik başı da Alpdoğan’a gönderilir. Ardından Sahan’ın lideri olduğu Bahtiyar aşireti kırıma uğrar, sağ kalan aşiret mensupları da Seyit Rıza’nın aşiretine katılırlar. Sahan’ın ölmesiyle Rıza yalnız kalır. Direnişe çağırdığı tarafsız aşiretler Rıza’nın çağrısına kayıtsız kalırlar. Bu cinayet, bir anlamda Dersim direnişinin de sonunu getirir.





Seyit Rıza yardım için İngiliz Dış İşleri Bakanlığı"na başvuruyordu. "Dersim Generali" olarak Seyit Rıza"nın imzaladığı ve 1987 yılında ortaya çıkan mektupta Seyit Rıza yardım istese de bu yardımı bulamayacak ve mektubuna cevap tutuklandıktan sonra gelecekti





Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkarılan Koçgiri İsyanının elebaşılarından Alişer ile Baytar Nuri’yi devlete teslim etmeyip, onlarla yeni bir isyana hazırlanan çapulcu Seyit Rıza’nın İngilizlere yazdığı mektubu görelim şimdi:

Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp,
Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.
Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar
masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.”
30 Temmuz 1937

Seyit Rıza
Dersim Generali
Bu mektubun aslı Londra’da, ‘Public Record Office’ arşivleri arasındadır.
O yüzden inkâr edemiyorlar ama Seyit Rıza’yı kurtarmaya çalışan zihniyet, mektubu O’nun yazmadığını, Nuri Dersimi’nin yazdığını iddia ederler. Öbür yalanları gibi bu da yalandır. Mektubun altında Seyit Rıza’nın olduğu kesin olan imza vardır. Nuri Dersimi’ye yazdırtan ve imzalayan Seyit Rıza’dır. Seyit Rıza’ya seyitlik babasından kalmıştır. Bu şeyh-seyit denen soytarılar babadan oğula, oğuldan toruna sömürür milleti. Şeyh Sait ya da Seyit Rıza fark etmiyor. Çünkü Şeyh’in karşılığı, Seyit’tir. İkisinin de isyanı Laik Cumhuriyete karşıdır, devrimlere karşıdır. Gerici niteliğe sahip isyanlardır. Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” demiştir. Ama hala bu ünvanları sürdürmeye çabalayanlar mevcut.





kilavuz-kitap-onculugunde-yeni-katliamlar-listelist




“Alpdoğan’ın tarihi başarısı”




alpdoganin-tarihi-basarisi-listelist





Seyit Rıza’nın yakalanması konusunda rivayetler muhtelif.
Erzincan’a giderken yakalandığı, kaçma girişimi olmadığı, Erzincan’da
jandarmaya kendi isteğiyle teslim olduğu, Erzincan valisiyle görüşmeye
giderken tutuklandığı iddialar arasındadır. O dönemi bizzat yaşayanların
anlattıklarına bakılırsa Seyit Rıza, Erzincan yolunda yakalanır.
Herhangi bir kaçma girişiminde bulunmaz. Bu olayı dönemin politikacıları
“Alpdoğan’ın tarihi başarısı” olarak tanımlarlar.









10 Eylül 1937 tarihinde Başbakan İnönü Birinci Dersim Harekatı"nın bilançosunu şöyle açıkladı: “Şimdi size, Tunceli’ndeki vaziyetin bugünkü halini arz etmek isterim. Cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretin ne kadar adamı varsa, bunlar reisleriyle beraber faaliyet imkanından tamamen mahrum bırakılmıştır.
(…) Buna göre 1 subay 28 er ve bir bekçi şehit 4 subay 46 er ve bir bekçi de yaralıdır. İsyana iştirak eden zavallılardan zayiat ise 265 maktul ve 20 yaralıdır. 27 kişi yakalanmış ve 849 kişi de teslim olmuştur. Bilerek bilmeyerek muhalefet yoluna sapıp kanın şiddetli tedibatına maruz kalmış olarak hayatlarını kaybedenler hakkında da Büyük Millet Meclisinin teessürlerini ve bunun diğer vatandaşlara ibret olmasını temennileri ifade ediyorum."

Seyit Rıza’nın yargılanma süreciyle ilgili olarak dönemin emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil yıllar sonra şunları söyler: “Şükrü Sökmen Süer, Atatürk döneminin ünlü emniyet müdürlerindendi. Bir gün beni çağırdı. ‘Atatürk, Diyarbakır’da Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim harekatı bitti. Beyaz donlu 6 bin doğulu Elazığ’a dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkmasına meydan vermeyelim.’dedi. Şükrü Sökmen Süer’in yanından ayrılır ayrılmaz hemen hazırlığımı yaptım. Cumartesi günü Elazığ’a yetiştim, emniyet müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için ‘Kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil.’ dedi. Savcıya gittim, durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığı’ndan şifre aldığını, ama mahkemenin cumartesi tatil olduğunu, tatilde çalışıp karar almanın mümkün olmadığını bana bildirdi ve ekledi: ‘Ben mahkemeyi etkileyemem.’ Halbuki biz mahkemenin, kararını Atatürk gelmeden vermesini istiyorduk.” Savcı böyle söyleyince onun istifa etmesini sağlarlar ve yerine tatil matil dinlemeyen bir savcı atarlar.





Mustafa Kemal Atatürk ve Seyit Rıza görüşmesi belgelendi





Mustafa Kemal 12 Kasım 1937 günü Ankara’dan özel beyaz treni ile “Doğu Gezisi” ne başlar. İlk durağı Sivas’tır. 13 Kasım’da Sivas’ta bulunan M. Kemal, 14 Kasım’da Malatya’ya geçer. Malatya’da gerçekleştirdiği ziyaretlerin akabinde Saat 14.00’da Malatya’dan Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıkar. M. Kemal’in resmi olarak Malatya’dan sonra yol üstündeki Elazığ’a değil de, önce Diyarbakır’a geçmesi ve ters bir şekilde Diyarbakır’dan sonra Elazığ’a uğramasının sebebi, Seyit Rıza’ların idamlarının yarattığı etki geçtikten sonra Elazığ’da olmak istemesinden başka bir şey değildir. Bakın bu konuyu Çağlayangil kitabının belirli bölümlerinde birkaç defa nasıl ifade etmiş;“Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki ‘Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim harekatı bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkmalarına meydan vermeyelim.’” (İhsan Sabri Çağlayangil, Anılarım, s. 49, Yılmaz Yn), “Oysa, biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.” (age. s. 50)   “Fakat biz bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye, Atatürk bir gün sonra Elazığ’a geldi.” (age. s. 52)  
Çağlayangil’in açıklamalarından aslında M, Kemal’in Malatya’dan Elazığ’a oradan Diyarbakır’a geçmesi planlanırken idamların gerçekleştirilmemiş olması ihtimali üzerine plan değiştirilerek önce Diyarbakır’a sonra Elazığ’a gidildiği sonucu çıkarılabilir fakat bu söylenen de yalandır çünkü M. Kemal zaten 14 Kasım gecesi Elazığ’dadır. Sadece bu durumu gizlemek amacıyla önce Diyarbakır’a gidip ardından Elazığ’a geldiğinin bilinmesini istemektedir.Yukarıdaki alıntılarda ortaya çıkan bir başka mesele daha var ki, Çağlayangil’in maniple etme yeteneğinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. İlk alıntısında altı bin beyaz donlunun Seyit Rıza’nın idamını engellemek için Elazığ’da toplandığının belirtilmesi çok büyük bir yalandır. O dönem doğu bölgesinden Seyit Rıza’nın idamını engellemek için toplanacak tek kesim Dersimlilerdir. Fakat 1937 yılının Kasım ayında o sayıda Dersimlinin Elazığ’da toplanabilmesi Dersim’deki işgal ve katliam koşulları sebebiyle imkânsızdır. O zaman Çağlayangil neden 6 bin beyaz donludan bahsetmektedir?   M. Kemal’in Ankara’dan “Doğu Gezisi”ne çıktığı gün yani 12 Kasım 1937 tarihli Tan gazetesinde çıkan haberde “Seyit Rıza İle Suç Ortaklarının Kararı Pazartesiye Okunacak” başlığı atılmıştır.





MUSTAFA KEMAL 14 KASIM 1937 GECESİ ELAZIĞ’DAYDI
M. Kemal’in “Doğu Gezisi” kapsamında Elazığ’a geliş tarihi 17 Kasım 1937 Çarşamba olarak bilinmektedir. Oysa M. Kemal o tarihten önce yani Malatya’dan ayrıldıktan sonra 14 Kasım Pazar günü de Elazığ’dadır. Elazığ il merkezine girmez fakat 14 Kasım gecesi merkeze yarım saat uzaklıktaki Yolçatı’da kalır. (M. Kemal’in 14 Kasım gecesini Yoçatı’da mı yoksa Elazığ Merkezde mi geçirdiğini net olarak söylemek mümkün değil ancak o geceyi ikisinden birinde geçirdiği muhakkak). Dönemin yerel gazetelerine de yansıyan bu durum genel olarak çok belirgin bir şekilde haber yapılmaz, yapılanlarda da aynı gün M. Kemal’in Diyarbakır’a gittiği yazılmaktadır. M. Kemal’in Elazığ’a gelişini konu edinen bir kitapta da M. Kemal’in 14 Kasım’da Elazığ’da bulunduğuna dair bilgiler şu şekilde yer edinmiştir; “… Atatürk, Anadolu Gezisi ile 14 Kasım 1937’de trenle Elazığ’ın Yolçatı İstasyonuna gelir.” (Mehmet Topal, Atatürk Elazığ’da, s. 27, MT Yn.)  

GAZETELER BAŞKA BİR ŞEY SÖYLÜYOR
14 Kasım saat 14.00’da Malatya’dan Diyarbakır’a geçmek için yola çıkan M. Kemal, Diyarbakır’a 15 Kasım 1937 Pazartesi günü varmıştır. Demek ki 14 Kasım gecesini Elazığ’da geçirmiştir. Her ne kadar tarihi kaynaklar ve dönemin gazeteleri bu durumu açık bir biçimde yazmasalar da, M. Kemal’in güzergâhı ve gezi tarihleri dikkatlice takip edildiğinde 14 Kasım gecesini Elazığ’da geçirdiği görülecektir. Şöyle ki, M. Kemal’in aynı gün (14 Kasım) Diyarbakır’a ulaştığını iddia eden kaynaklar, onun Yolçatı’dan sonra Sivrice’ye oradan da Maden’e gittiğini bildirirler. “Atatürk 14 Kasım 1937’de Elazığ’ın Yolçatı İstasyonu’na gelir. Burada Elazığ’ın protokolü ve eşraftan kimseler tarafından coşkuyla karşılanır. Buradan Elazığ’a girmeden Sivrice ve Maden ilçelerinden geçerek Diyarbakır’a gider.” (Mehmet Topal,Atatürk Elazığ’da, s. 6, MT Yn.) Yine dönemin yerel gazetesi Uluova’da haber şu şekilde çıkmıştır; “14 Kasım 1937 günü Yolçatı’na gelen ve büyük bir törenle karşılanan Atatürk ile beraberindekiler o gün Elazığ’a geçmeden Diyarbakır’a gittiler. Diyarbakır’a giderken, Elazığ’ın Sivrice ilçesinde bulunan Gölcük gölünü gördüğünde beyaz treni göl kenarında durduran Atatürk, bu güzellik karşısında duygularını ‘Dünyanın en güzel memleketi Türkiye’dir’ diyerek dile getirdi.” (Ülker Ardıçoğlu, 17 Kasım 1937,Uluova gazetesi, Sayı: 13733)   Aynı gün Diyarbakır’a gitmiş olması durumunda M. Kemal’in tarih yaprakları yine 14 Kasım’ı gösterdiğinde Diyarbakır’da bulunması gerekirken, 15 Kasım günü Maden’de ve Diyarbakır’da olduğunu dönemin gazetesi Ulus arşivlerinden bulmak mümkündür. 16 Kasım 1937 tarihli Ulus gazetesinin manşeti şöyledir; “Atatürk dün akşam Diyarbakır’a şeref verdiler”.

Ayrıca M. Kemal’in 14 Kasım’da Malatya’dan Elazığ Yolçatı’ya oradan da hiç durmadan aynı gün içerisinde sırasıyla Sivrice, Maden ve Diyarbakır’a gittiğini söyleyenlerin bir çelişkisi daha mevcut.Zira M. Kemal Malatya’dan 14 Kasım Pazar günü saat 14:00’da ayrılmıştır ve Yolçatı’ya gittikten sonra hemen Sivrice’ye gitmiş olduğunu kabul ettiğimizde en erken akşam saatlerinde Sivrice Gölü’nün kenarından geçmesi gerekirdi. Oysa bakın M. Kemal’in Sivrice gölü yakınından geçerken, trenden inerek gölü izleme olayını Kemal Zeki Gençosman nasıl aktarıyor; “… rahmetli Atatürk Diyarbakır’a gidiyordu. Demiryolu gölün kıyısından geçer. Sabah serinliği idi. Hususi trenini durdurdu. Gölün kıyısına indi… …O sabah saatinde Atatürk’ün bu güzel su kenarında çocuklar gibi şen yüzünü…”(Kemal Zeki Gençosman, “Hazar Gölü Adını Atatürk Koydu” Dünkü, Bugünkü, Yarınki ELAZIĞ Dergisi, 1974 Özel sayısı, s.20)   M. Kemal’in bu alıntıdan da anlaşacağı gibi Sivrice’ye 15 Kasım sabah erken saatlerde gittiğini anlıyoruz. Zaten Ulus gazetesinin 16 Kasım 1937 tarihli sayısında “Atatürk öğle yemeklerini (…) Gölcükte yemişler ve trenlerinden inerek göl etrafında iki saat kadar devam eden tedkiklerde bulunmuşlar, alâkadarlara bazı emirler vermişlerdir. Atatürk’ün trenleri saat 14.10’da Maden’e varmıştır.” haberi yayınlandığı için tereddüde yer kalmadan M. Kemal’in 14 Kasım gecesini Elazığ’da geçirdiğini söyleyebiliriz.   M. Kemal 14 Kasım Pazar günü Elazığ’da kalmadan Diyarbakır’a geçebilecekken, Seyit Rıza’yı idamdan önce görmek için o geceyi Elazığ’da geçiriyor ve yukarda bahsettiğimiz gibi idamların Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece yapılmasını istiyor.  





MİLLİ İSTİHBARAT RAPORU
MAH’a sunulan bir istihbarat raporu, Atatürk’ün idamdan hemen önce Seyit Rıza ile gizlice bir araya geldiğini belgeliyor. Seyit Rıza görüşmede, “Af dilersen idam edilmeyeceksin” diyen Atatürk’e, “Af dileyecek bir şey yapmadım” karşılığını veriyor.
Dersim Harekatı sırasında eski adı "MAH" olan Milli İstihbarat Teşkilatı"nın bir mensubunca merkeze geçilen rapor, 15 Kasım gecesi Atatürk"ün "şakilerin lideri" Seyit Rıza ile idam öncesi görüştüğünü belgeliyor.





"MAH Başkanlığına
-Hususi-
Ankara"dan alınan şifreli talimatname ile İhsan Sabri beyle görüşülüp ve İhsan beyin vereceği emir ve talimatnamelere harfiyen riayet edilmesi gerektiği, bunlarla ilgili raporunda süratle Başvekalet"e iletilmesi emredildi.

Bunun üzerine İhsan Sabri beyle görüşüldü. Bize hafta sonu Seyit Rıza ile alakalı mahkemenin toplanacağı ve karar verileceği ve idamların hafta sonuna yetiştirilmesi gerektiği ifade edildi. Yalnız en önemli nokta mahkeme kararını verdikten sonra Seyit Rıza ile Reisicumhurumuz"un biraraya getirileceğini, bunun çok çok gizli olması gerektiğini, bunun için lazım gelen tüm tedbirlerin büyük bir hassasiyetle yürütülmesi, ayrıca MAH bünyesinden Zazaca bilen en güvenilir görevlinin bu yolculuğa hazırlanması talimatını verdi.

7 SEHPA, 1 ÇİNGENE ÇOCUK
Biz de gerekli hazırlığı son süratle yapmaya başladık. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer beyle görüşülüp, Şükrü beyin gerekli asayiş ve güvenliğin, gizliliğin azami dikkatle nasıl yapılması gerektiği konuşulup fikir teatisinde bulunarak hazırlıklarımızı süratle bitirdik. Tam bir teyakkuz halinde yola çıktık. Mahkeme birkaç görüşmeden sonra gerekli yasal mevzuatlar yerine getirilerek idam kararları imzalatıldı. İdamların yapılacağı Buğday Meydanı"nı aydınlatmak için traktörler ve araçlar ayrıca idam edilecek 7 kişi için idam sehpaları ve küçük bir çingene çocuk temin edildi. Gün içerisinde bütün alınacak tedbirler, özellikle görüşmenin çok gizli kalması için her şey büyük bir dikkatle defalarca gözden geçirilerek bütün hazırlıklarımız tamamlandı





ÇAĞLAYANGİL"İN JEEP"İ
Gece 00.20"de Seyit Rıza ve suç ortakları mahkemeye getirildi. Mahkeme verdiği kararı okumaya başladı ve 14 kişi beraatine ettirilirken Seyit Rıza dahil 7 kişi ölüme, diğerleri de çeşitli cezalarına çarptırıldı. Mahkemede idam kelimesi geçmediği için ölüm kelimesi "idam çino, idam tunne" sesleri salonda duyuldu. Mahkeme takriben 1,5 saat sürdü. Aralarından Seyit Rıza alındı. Emniyet Genel Müdürü ile İhsan Sabri beyin jeepine bindirildi. Peşlerindeki 4 araç ile birlikte jeep hareket etti. Elazığ Merkez Tren İstasyonu"na gelindiğinde herkes araçlarından inmeye başladı. Asayiş için alınan tedbirler eksiksiz alındığı için tren istasyonu kapatılmış, görevliler evlerine gönderilmişti. İstasyonda MAH görevlileri dışında hiç kimse yoktu. Gizliliğe azami şekilde uyularak yapıldığından bu durumu bilmeyenler için her şey olağan gözüküyordu.

BEYAZ TREN KÖR MAKASTA
Reisicumhurumuz"un beyaz treni kör makasta bekliyordu. 8-10 dakika bekledikten sonra trene Seyit Rıza ile birlikte girdik. Reisicumhur"un yanında Alpdoğan paşa, Kazım Orbay ve Reisicumhur"un yaveri vardı. Masada yemek yeniyor ve içki içiliyordu. Reisicumhur, Seyit Rıza"ya kafasını kaldırarak, tepeden aşağı süzerek oturmasını söyledi. Seyit Rıza da oturmayı reddetti. Reisicumhur, Seyit Rıza"ya mahkemenin idam kararı verdiğini, bunun bu gece infaz edileceğini hatırlattı ve eğer pişman olduğunu söyleyip af dilerse idamların olmayacağını affedeceğini söyledi. Seyit Rıza da af dileyecek, pişman olacak bir şey yapmadığını, yaptıkları şeylerin kendi canlarını, mallarını, yerlerini, yurtlarını korumak için yaptıklarını söyledi. Olayları hep devlet görevlilerinden dinlediğini, kendisinin asıl gerçeklerini anlatmak istediğini söyledi.

"AMACIMIZ İSYAN DEĞİL"

Reisicumhur başıyla onaylayarak anlatmasını söyledi. Seyit Rıza sakin bir dille Dersim"in Osmanlı döneminde büyük zulüm gördüğünü birçok baskıya rağmen Dersim"i koruduklarını, Osmanlı"ya asker vermediklerini, Milli Mücadele"ye birçok asker gönderdiklerini, cumhuriyete güvendiklerini, bilhassa halifeliğin kaldırılmasından sonra güvenlerinin daha da arttığını, silahların toplanmasına yardım ettiğini, silahların çoğunun toplandığını, isyan etmek niyetleri olsaydı silahları teslim etmeyeceğini, gerçekten Dersim"in cumhuriyete isyan etmek istemediğini söyledi.

"BOMBALARLA PARÇALANDI"
Jandarmanın isyan ettirmek için halkı devamlı tahrik ettiğini, aşiretlerin arasında husumeti bilerek artırdığını, saldırmak için bahane icat ettiklerini söyledi. Birçok silahsız masum halkın tayyareden atılan bombalarla parçalandığını, kaçıp mağaralara sığınan kadın, çoluk çocuğun da topluca öldürüldüğünü söyledi. Alpdoğan paşa konuşmaya girmek istedi. Reisicumhur el hareketiyle Alpdoğan paşayı susturdu. Seyit Rıza"ya devam etmesini rica etti.

SULH İÇİN YEMİN ETMİŞTİ
(Seyit Rıza teslim olmadan önce kendisine söz verildiğini anlatıyor) "Benimle erkanı harp dairesinden bir subay görüştü. Sizin beni Erzincan Valiliği"ne beklediğinizi sulh için görüşeceğinizi söyledi. İnandım, büyük yemin etmişti, inanarak, yanıma üç arkadaşımı alarak Erzincan Valiliği"ne gittim, bizi tutukladılar. Sonra da Elazığ Hapishanesi"ne gönderdiler. Yine bana oyun oynamışlar, yine hile yapmışlardı. Sonra mahkeme başladı, büyük oğlumdan iki yaş küçük olan birinin şahitliğiyle yaşımı büyütüp oğlumun yaşını küçülttüler. (Burada MAH mensubu bir hata yapıyor. Rıza"nın yaşı küçültülmüş, oğlunun ise yaşı büyütülmüştü.) Bugün de sizin emirlerinizle idam kararı verdiler. Sözlere güvenerek kendi ayağımla gelmeme rağmen beni idam edeceksiniz. Sizlere daha nasıl güveneceğim" dedi.

TÜRKLÜK ŞUURU YENİDEN
Reisicumhur, bunları şimdi öğrendiğini tahkikat yaptıracağını söyleyerek, "Sana son olarak gel benden af dile, yaptıklarından pişman olduğunu söyle ki seni affedeyim. Eğer bunları yaparsan Dersim"e daha faydalı olursun. Bizimle işbirliği yaparsın. Cumhuriyet Dersim"e çok faideli işler yapacak, Dersimliler Horasan"dan gelmiş, Oğuz Türkleridir. Türklük şuurunu yeniden kazandıklarında, cumhuriyete çok faideli işler yapacaklar. Ben buna inanıyorum. Gel bu fırsatı kaçırma" dedi.






SON SÖZÜM: AF İSTEMİYORUM
Seyit Rıza, "Ben sulh için cumhuriyet için çok şey yaptım. Silah toplamaya yardımcı oldum. Silahlar toplandı. Şu adamlar teslim edilecek dendi, teslim ettim. Her istediklerinde "bu son" dediler. Sonra daha fazla şeyler istemeye başladılar. İstekleri hiç bitmedi. Ben bunu önceleri anlayamamıştım. Sonra çıkan Tunceli Kanunu"ndan iyice anladım. Emin oldum ki biz Dersimliler ne yaparsak yapalım bu sizi durdurmayacak. Sizin de başından beri planınız Dersim"i toptan yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Bunu çok geç de olsa anladım. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, af da istemiyorum, bu benim son sözlerim, başka da bir şey demeyeceğim" dedi.

SİZE BOYUN EĞMEDİM
Reisicumhur, sinirlenerek ayağa kalktı, eliyle Seyit Rıza"yı göstererek "götürün gereğini yapın" emrini verdi. Seyit Rıza"nın koluna girip dışarı çıkarken birden durdu. Reisicumhur"a dönerek "Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla başedemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun" dedi. Reisicumhur eliyle işaret ederek "götürün" dedi. Onu alarak kompartımandan çıktık. Araçlara geçtik. Trenden gelecek İhsan Sabri beyi bekledik. İhsan Sabri bey gelerek öndeki jeep"e geçti, hareket ettik. Bizler de peşlerinden giderek Buğday Meydanı"na geldik.





“Beni oğlumdan önce idam edin”





beni-oglumdan-once-idam-edin-listelist




İdama mahkum edilen 7 kişi, 15 Kasım’da Elazığ Buğday Meydanı’nda apar topar idam edilirler. Seyit Rıza’ya idam edilmeden önce son isteği olup olmadığı sorulur. Azıcık parasının ve saatinin oğlu Reşik Hüseyin’e verilmesini ister. Onun da idama mahkum edildiğini öğrenince bir ricada daha bulunur ve der ki “Beni ondan önce idam edin.”
Bu ricası da yerine getirilmez ve oğlu Hüseyin, Rıza’dan önce idam edilir.
İdamlar bitmişti. Sıranın kendisine geldiğini bilen Seyit Rıza gitti. Oradaki çingene çocuğu eliyle iterek uzaklaştırdı. Seyit Rıza cezanın infaz edileceği meydana çıkarıldığında ortalıkta kimseler yoktur ama o, bomboş meydana sanki doluymuş gibi şu sözlerle seslenir:
Evladı Kerbelayıh
Bihatayıh
Ayıptır, zulümdür, cinayettir…
İdam sehpasına doğru yürür, ipi boynuna geçirir ve kendi sandalyesini tekmeler.
15 Kasım Pazartesi tüm gün asılı olarak halka teşhir edildi. 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka teşhir edildi.

CESETLER GAZLA YAKILDI
İhsan Sabri bey saat 12.00"da valiliğe toplantıya çağırdı. 12"de valilikte Şefik bey, Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim bey oradaydılar. İhsan Sabri bey bizlere, "Seyit Rıza"nın alelacele vakti idam edilmesi efkarı umumiyede merak hasıl olacağı muhakkaktır. Bizim devlet olarak Ankara"nın da talimatıyla herkese Seyit Rıza"nın Reisicumhur Elazığ"a gelmeden önce idam edilmesi mecburiydi. Çünkü Reisicumhur"un, Seyit Rıza"yı affetmesi ihtimali mevcuttu. Ayrıca cesetlerin yakılarak gizli bir yere azami gizlilik kurallarına riayet edilerek gömülmesi sağlanacak, bu görevide MAH bünyesindeki arkadaşlar gerçekleştirecek" diyerek toplantının bittiğini söyledi. Cesetler alınarak boş bir araziye gaz dökülerek yakıldı. Kalan kırıntılar da çuvallara konularak Elazığ Merkez Tren İstasyonu ile Yolçatı Tren İstasyonu arasında çukur kazılarak defnedildi. Gömülen yerin haritası ve tutanakları, trendeki konuşmalar, ses kaydı ile birlikte harita ile, İhsan Sabri beye teslim edildi. İş bu rapor iki nüsha hazırlanmış, 1. Nüshası Başvekalet, bir nüshası İhsan Sabri beye teslim edilmiştir.





KEMAL KILIÇDAROĞLU SEYİT RIZA’NIN ATATÜRK’LE GÖRÜŞTÜRÜLDÜĞÜNÜ BİLİYOR MU?
İhsan Sabri Çağlayangil ile bir röportaj yapılıyor. Röportajı yapan kim? Bugün CHP Genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. O görüşme 1986 yılında Bursa’da İhsan Sabri Çağlayangil’in evinde yapıldı. O röportajın sadece bir bölümü yayınlandı. Görüşmenin diğer bölümlerinde neler konuşulduğunu sadece Kemal Kılıçdaroğlu bilmektedir. Bu arşivin Kılıçdaroğlu tarafından Ergenekon Soruşturması kapsamında yargılanan Soner Yalçın’a teslim edildiğini biliyoruz. İhsan Sabri Çağlayangil, yaşlı olması sebebiyle röportajında Dersim’e ilişkin her şeyi itiraf etmiştir. Muhtemelen M. Kemal ile Seyit Rıza’nın görüşmesini de anlatmıştır. Eğer Kılıçdaroğlu bu görüşmenin ses kaydının tamamını yayınlarsa neler konuşulduğunu herkes bilecektir.  





Şimdi bu nokta çok önemli: Harekât Ekim ayında tamamlandı ve 262 isyancı öldürüldü.
Altı elebaşı idam edildi. Bunlardan biri de Seyit Rıza‘ydı. Ortada katliam falan yoktu. Sivil halktan-köylülerden öldürülen yoktu. Atatürk’ün harekât planı da böylece tamamlanmıştı.





Diğer Dersim Harekatları





Diğer Dersim Harekatları




Başbakan İsmet İnönü Ekim ayında görevden alındı. Yani Seyit Rıza ve diğerleri idam edildiği zaman kendisi Başbakan değildi. İnönü"ye göre harekat başarılı geçmiş, amaçlara ulaşılmıştı.





İdamlarla birlikte 1937 yılı direnişi sona erer. Olaylar, 1938’in henüz ikinci gününde, yani 2 Ocak’ta, valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı üzerine yeniden başlar.





10’a yakın asker, Mansul Uşağı Köyü’nde, aşiretlere bağlı kişiler tarafından öldürülürler. Bu olay ordu tarafından ikinci harekatın nedeni olarak görülür.





Süleyman Demirel , gazeteci Cüneyt Arcayürek"e vakayı şöyle anlatıyordu: "Atatürk ve Mareşal Çakmak oturmuş konuşmuşlar, Tunceli"yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü"nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden Celal Bayar"a sormuşlar, "yapar mısın?" Celal bey bize anlattıydı "Yaparım" demiş." Esas harekat Seyit Rıza ve diğerlerinin idamından sonra, İnönü"nün görevden alınması ve Bayar"ın göreve başlamasından sonra gerçekleşmiştir.





Bu sefer ordu hem daha tedbirli, hem de daha deneyimlidir.
Bir “kılavuz kitabı” bile vardır: “Tunceli bölgesinde yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz.” Bu kılavuz tenkil hareketi için tecrübeyle sabit bilgiler içeriyordu. Örneğin, “Köyde eşkıya araması” bölümünün 6. maddesinde “Silah atan köy yakılmalıdır” ifadesi geçer. Madde 7’de de bunun nasıl yapılması gerektiği yazılıdır: “Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilir.”





bosaltilip-yakilan-onlarca-koy-listelist




Çevre illerden alınan asker desteğiyle harekat 11-12 Haziran’da başlar. 22 Haziran’a kadar ordu, Koçan aşireti direnişçilerini Ali Boğazı’na sığınmak zorunda bırakır. Bunu takiben uçaklar Ali Boğazı’na bomba yağdırır. İlerleyen süreçte Şeyhan ve Yukarı Abbas aşiretleri de Koçanlılar’ı desteklemek için direnişe geçerler. Direniş tüm Dersim’e yayılır, sivil halk da baltayla, kürekle direnişe destek verir. Ordu bu direnişi de sert bir şekilde bastırır.Haziran sonuna kadar tam 60 köy başaltılır ve yakılır.





agitlara-konu-olan-olumler-listelist





Temmuz ayı içinde de ordunun saldırısı sürer, direnişçilerin imhası
için mağaralar abluka altına alınır. 19-25 Temmuz arasında, İç Dersim
denilen yerde ağıtlara bile konu olacak kadar ağır bir çarpışma
gerçekleşir, 216 kişi ölür. Ordu Laç Deresini de ele geçirir, direnişi
kırar. Mağaralar ve kayalıklar kuşatılır, mağaraların içindekiler
öldürülür. 30 Temmuz’a kadar tüm bölge askerler tarafından abluka altına
alınır. Kuşatılan bölgelerde 100’den fazla direnişçi öldürülür.





Binlerce kişinin nakil edilmesi




binlerce-kisinin-yerinden-yurdundan-edilmesi-listelist




10 Ağustos’tan itibaren Dersim’in her tarafında aynı anda bir harekat başlatılır. Amaç, girilmedik hiçbir yer bırakmamaktır. Böylece binlerce kişinin başka illere nakil süreci de başlar, Dersim içindeki bazı bölgeler yerleşime yasaklanır. 12 Ağustos’ta bir uçak filosu Ali Boğazı’nı tekrar bombalar. Ertesi gün meydana gelen çatışmalarda Kırmızı Dağ civarında 300 kişi öldürülür. Yine bu harekatta hayvan sürüleri de alıkonulur. 14 ve 15 Ağustos’ta da ölümler devam eder. Batı illere nakledilmek üzere toplanan 149 kişi öldürülür. Ordu, Deşt yöresindeki köylerde yine direnişle karşılaşır. Hem direndikleri, hem de direnişçilere yataklık ettikleri gerekçesiyle bu bölgedeki köylerde 395 kişi öldürülür. Yine aynı gün Hiç ve Zımek köylerine baskın yapılır, Çukur ve Pah civarına yapılan baskınlarda çok sayıda Haydaranlı öldürülür. Harekat, binlerce kişinin batıda belirlenen illere sürgün edilmesiyle 31 Ağustos’ta tamamlanır.





on-uc-bin-yuz-altmis-listelist




Bu konuda birkaç yıl önce devletin açıkladığı sayı 6868. Ama Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık öyle demiyor. Saltık, 9 yıl boyunca araştırma yaptı. Harekata katılan askerlere, ölenlerin akrabalarına ulaşmış, müzayedelerden, koleksiyonerlerden ve İngiliz Ulusal Arşivleri’nden yararlanmış. Son olarak da harekata komutanlık eden bir subayın Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna ulaşmış. Tüm bunların sonucunda bir sayıya ulaşmış Hasan Saltık. Ölü sivil sayısı 13160, sürgün edilenlerin sayısı ise 11818.





Dersim"de Kimyasal Gaz Kullanıldı mı?




Dersim




İhsan Sabri Çağlayangil  "Abdullah Paşa şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim"in de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük, yeni mehil istendi. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim"e girdi. Bugün Dersim"e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz" diyerek bu konuyu ifade etmişti.Daha sonra ortaya çıkan belgelerde de Dersim"de kimyasal gaz kullanıldığını gösteren bazı deliller ortaya çıktı. Örneğin 3 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin "Kırmanjlar Bunların Kürtlük Denilen Şeyle Hiç Alakaları Yoktur" başlıklı haberinde, Alpdoğan tarafından Elazığ"da zehirli gaz kursu açıldığı belirtiliyor. Haberde Alpdoğan"ın gaz kursunu açarken "Devlete uzanan eli kırmak, devlet kanununu tecavüz edilemez hale getirmek vazifemizdir" dediği aktarılıyor.





1938’deki olayların İncelenmesi





Tertipçilerin çarpıttığı ve aradaki kalın çizgiyi yok sayıp sanki 1937 ve 1938 iç içeymiş gibi göstererek Atatürk’ü katliamcı olarak sundukları dönem. Bu dönemi iyi bilmek ve doğru ortaya koymak gerekir.





1938 Haziranında, 1. İsyan’dan yaklaşık bir yıl sonra, birkaç aşiret yeniden isyana başlıyor. İsyan büyüyor ve Hükümet yeniden müdahale kararı alıyor. Temmuz-Ağustos ayında isyan dış basına yansıyor. Dış basında hükümetin isyanı gizlediği öne sürülüyor. O sıra Atatürk Ocak ayından beri hasta. Mayıs’tan başlayarak İstanbul’a çekiliyor ve bir daha da Ankara’ya dönemiyor, yatağa düşüyor.
Temmuz-Ağustos döneminde ağır hasta ve memleket sorunlarıyla uğraşacak, emir-talimat verecek durumda değil. Celal Bayar-Fevzi Çakmak ikilisinin sorumluluğunda.  çıbanı tedavi etmek yerine kesip atmak fikriyle çok sert bir müdahale başlatılıyor. Öyle ki; ibret olsun, bir daha isyana kalkışamasınlar düşüncesiyle temizlik harekatına girişiliyor. Sonuç: 13 binden fazla ölü ve 11 bin kadar sürgün.  Temizlik Ağustos sonu başlıyor, Ekim’de sona eriyor ki, bu dönemde Atatürk kendinde değil, ölüm döşeğinde. Ve bu katliamın iki sorumlusu ve yandaşları çok partili rejime geçişte CHP değil, DP saflarındadır. Dersim olayını bir soykırım, Atatürk’ü bir katil gibi göstermeye çalışanların tertibini bozacak olan bu bilgilerdir.  O nedenle arşivlerin tamamının açılmasını istiyoruz ki, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın. Celal Bayar “Atatürk vurun dedi, vurdum” demiş.
“Vurun” demek; “katliam yapın” demek değildir ki. Türkçemizde gereksiz abartıya örnek, “Vur deyince öldürmek” deyimi vardır ki, Dersim’de yapılan da bu olmuştur. Atatürk’ün “7′den 70′e kadın-erkek öldürün, kökünü kurutun, ne pahasına olursa olsun isyanı bitirin!” şeklinde bir emri ya da emirden de vazgeçtik bu yönde bir iması bile yoktur. Ve büyük bir olasılıkla Atatürk, 1938’deki 2. Dersim harekâtının sonuçlarından haberi bile olmadan vefat etmiştir.





Bu tezgâhın ve bu tertipçilerin Dersim İsyanı’nı çarpıtmaları, gerçekleri saptırmaları
ve katliamı Atatürk’e mal etmeye çalışmalarının nedeni ne olabilir? Neden açıktır : Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşmak. Bu yalanların ve iftiraların dinciler tarafından da destek görmesinin asıl nedeni budur. Bugün açıkça Atatürk’e saldıramıyorlarsa da Dersim’le bunun yolunu açmayı amaçlamaktadırlar. Dersim katliamını Atatürk’e mal edip milletin kafasını bulandırdıktan sonra girişecekleri 2. konu İstiklal Mahkemeleri olacak ve sözde binlerce masum insanın bu mahkemelerde yargılandığını, birçoğunun idam edildiğini ve idam emirlerinin de Atatürk tarafından verildiğini öne süreceklerdir. Bundan sonraki aşama ise Devrimler olacaktır ve Hilafetin kaldırılması ile yeniden kurulması tartışmaları gündeme getirilecektir. Bu senaryonun sonunda varılmak istenen HEDEF; Atatürk’ü silmek, devrimleri rafa kaldırmak, devlet işlerinde dinin referans alındığı yeni Osmanlıcı bir siyaset izlemek ve sahte demokrasi görüntüsüyle teokratik bir düzene geçmektir.Geçmişle yüzleşmek, yaraları sarmak ve acıları tazmin etmek böyle olmaz. Gerçekten o amacı taşıyanlar, arşivleri tümüyle açarlar. Seçme birkaç belgeyle insanlar yanlış yönlendirilmez; nesnel, objektif Araştırıcılara, gazetecilere, tarihçilere bütün belgeler, dokümanlar, kayıtlar sunulur. Ondan sonra mesele enine boyuna belgeleriyle-kanıtlarıyla tartışılır ve sorumluları ortaya çıkar. Gerekirse gıyaplarında da yargılanırlar. Ama tezgâhçı-tertipçi mahkemelerle değil. Tarihçilerden, ilgili akademisyenlerden oluşan kurulla yargılanırlar. Çünkü bu mahkemeden hapis cezası çıkacak değildir. Kimlerin ne derece suçu, sorumluluğu olduğu belirlenecektir. Yoksa tertipçilere kalsa Ermeni katliamlarından bile Atatürk’ü sorumlu tutacaklardır. Hatta bazıları yapmaktadır da. Mustafa Kemal’in gençliğinde İttihat ve Terakki’ye üye olduğu, Ermeni katliamını İttihatçıların yaptığını, Cumhuriyeti de İttihatçıların kurduğunu, dolayısıyla Cumhuriyetçilerin Ermeni katliamcısı olduklarını söyleyebilecek derecede alçalabilmektedirler. Bilimsel tarih anlayışında onun bunun düşmanlığına, ideoloji karşıtlığı ya da taraftarlığına yer yoktur. Ön yargısız ve objektif olarak tümüyle belgelerin ve kanıtların ışığında konular ele alınır ve yorumlanır. Cemaatçi, ırkçı, intikamcı ve liboş zihniyetle değil! Dersim’i bir hesaplaşmak alanı olarak görenlerin ırkçı faşistler intikam çığlıkları atmakta ve Türkiye’de birlik beraberlik halinde yaşamak istemediklerini söyleyecek kadar saçmalamaktadırlar. Bunlar bu şovenliklerini Koçgiri, Şeyh Sait ve Dersim İsyanının ele başısı olan Nuri Dersimi’nin “Kürt gençliğine Hitabe”sinden almaktadırlar. Bakın o hitabedeki şu ifadelere:
“Kürdistan denilen harabezar anayurdun istihlası için intikam!… 
Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının mülevves vücutlarından
Kürt vatanını tahrir için intikam! …
Medeniyet dedikleri kahpenin peşine sığınarak bize uluyan köpekleri susturmak için intikam! … İntikam! … İntikam! …
Geçmişi kaşıyanlar ve Millete yanlış aktaranlar bilmelidirler ki; bu tavırlarıyla halkları birbirine düşürebilir ve bir iç çatışmaya yol açabilirler. Çünkü bu gözünü kin ve nefret bürümüş çapulcu sürüsü karşısında şiddetten başka, kafalarını ezmekten başka yol olmadığı düşüncesinde olan bir faşist potansiyel de mevcuttur.
Bunların çatışması topluma da sirayet eder ve yıllar önceki bir acıyla yüzleşelim derken çok daha büyük acılar yaratılabilir.”





KAYNAKLAR
http://ahmetsaltik.net/tag/dersimde-33-askeri-sehit-ettiler/
https://onedio.com/haber/77-inci-yildonumunde-dersim-olaylari-404699
https://www.timeturk.com/tr/2014/05/04/dersim-katliami-emrini-bizzat-ataturk-verdi-ve-seyit-riza-ile-idamdan-once-gorustu.html
https://listelist.com/dersim-katliami/
https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/20/mustafa-kemal-ataturk-ve-seyit-riza-gorusmesi-belgelendi
https://www.wattpad.com/226640692-alevi-ve-k%C3%BCrtlerin-y%C3%BCz%C3%BCne-t%C3%BCk%C3%BCrmesi-gereken-bir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koçgiri İsyanı

FTP sunucusu kurmak