Güney Azerbaycan İran değildir!






Güney Azerbaycan Bayrağı




"Hareket
bugün Kafkasya’da olduğu gibi Almanların da teşvikiyle Türk
kavimlerinin 1/5’ini teşkil eden cesur ve cengaver İran Türkleri,
kendilerinin Kafkasya’daki kardeşleriyle birleşir ve propaganda
sayesinde Osmanlılarla da sıkı münasebet tesis edebilirlerse, Türklerin
böyle bir birliği Hindistan’daki İngiliz hakimiyeti için tehlike teşkil
edebilir"

- İngiliz Gizli Servisi MI5"a Göre Pan-Türkizm





21. yüzyılın ilk yirmi yılını geride bırakacağımız bu günlerde Türk Dünyası 7 bağımsız devlete sahip olmakla beraber bir güç birliğini oldukça ertelemiş görünmektedir. Bu, yerelciliği güçlendirip, yabancılaşmayı yaratmaktadır. Yaratılan suni kimlikler giderek derinleşmekte ve çatışmaya varmaktadır (Özbek-Kırgız çatışmaları). Bunca ayrışmaya rağmen bir denklem Türklerin kaderini asırlar boyu belirleyecek gibi gözükmetedir.





ABD,
Soğuk Savaş sonrası enerji kaynaklarının, merhum Durmuş Hocaoğlu’nun
tabiriyle, "heartland"ına yöneldi. Bu -kalpgah- Orta Asya ve Orta Doğu
idi. Bu kalpgahın tam bağlantı noktasında aşırı muhafazakar bir ülke
vardır: İran. Bu, Batılı devletlerin eninde sonunda çözülmesi gereken bir denklem olarak gördükleri bir ülke .









İran denkleminde büyük ülkeler hesaplar yaparken Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı arabulucu seviyesinde suya sabuna dokunmamakta ve sanki hiç bir çıkarı yokmuş gibi nötr durumda kalmaktadır. Gelgelelim, İlber Ortaylı’nın dediği gibi, sen dokunmazsan onlar dokunur tabiri hele hele İran coğrafyasında çok mühim bir teşhistir. İran hem fırsatlar hem de tehditler sunan bir ülkedir. Türkiye bölgedeki, aynı tarihi kaygıyı taşıyan potansiyel nüfus kaynağını göz ardı etmektedir. Bunu da yüz yıl öncesinin, eskimiş, bayatlamış mezhep gerekçeleriyle kabul edilemeyecek bir boşa vermeyle geçiştirmektedir. Aslında mezhep gerçeğinin hiç de sanıldığı gibi olmadığını yazının devamında göreceğiz. Ayrıca bölgede İran’daki kürt nüfusunun bir dış müdahele sonucu yeni bir Irak fiyaskosu yaratma ihtimali de göz önüne alınmamaktadır. Bu işte beraberliğin söz konusu olmadığı, dış hesapların Türkiye aleyhine geliştiği, tek çıkar yolun kazanarak yaşamanın olduğu aşikardır. Dün SSCB üzerine dağılma ihtimalleri üzerine plan yapmayan, hazırlıksız yakalanan Türkiye, bugün de aynı yanılgıya düşmekte sınırların esnekliği üzerine enformasyon alımı yapmamaktadır. İran gibi kurucu unsuru %40lara güçlükle uzanan kozmopolit, ki bu kozmopolitliğin bölgesel sınırları bellidir, ülke dış unsurların baskılarına ne kadar dayanabilir, ilerideki müdahele ihtimalleri sonucunda Türkiye nasıl bir manzarayla karşı karşıya kalır? İran üzerinde dini bir karizma oluşsa da iç ve dış politikada tipik bir ulus devlet olarak davrandığını göreceğiz.









Sonuçta İran denklemi Türk dünyasını olumlu ve olumsuz yönde etkileyebilecek bir eşitsizlik üzerine kuruludur. Bölge
için bir dönem noktasıdır. Bu sebepler nedeniyle yazımda geniş olarak
bu meseleyi her yönüyle alıp geniş bir bakış açısıyla sizi meselenin
ehemmiyetine bir adım da olsa yaklaştırmaya çalışacağım.





- 997"den 1925"e Kadar "İran Adlı Ülke" de Hakim Türkler !









İran’da
Pehlevi döneminde başlayan ve İslam devriminden sonra da devam eden
resmi Farsist tarih başlangıç olarak Ahmenişleri ve ya Şiiliğin İran’a
gelişini kıstas alırlar. Burada bile Türk hakimiyetinin nasıl ayrılmaz
bir parça oluğunu görürüz. Sebebi Şiiliği İran’a getiren Safevilerdir. Türklerdir. Çoğu
oryantalistin kanısının aksine 1501’e kadar Şiilik İran topraklarında
yoktu. Onu İran’a getiren İran’ı bir arada tutup onu geleneğini
yaşatmasını sağlatan yine Türklerdir.





Türk hakimiyeti ilk olarak Gazneliler ile başlamıştır. Büyük Selçuklular dönemi ve sonrasında Harezmliler nihayetinde Çingiz soyundan gelen Hülegüoğulları, Timurlular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Afşar hanedanı ve nihayetinde Kaçarlar. Konumuz dahilinde kalmak için üstün körü geçtiğimiz bu tarih muhteşem bir Türk hakimiyetini yansıtır. İran’ın nasıl bir Türk otağı olduğu ve Farsların da o otağda bin seneyi aşkın türlü hanedanlar karşısında el pençe divan durdukları görülür. "İran Adlı Ülke" Hakimi Türkler dememizin sebebi ise İran adının Aryalıların ülkesi manasına gelen 20. yüzyıl ürünü bir İndo-Aryanist -ileride bunu açacağız- bir türetmece olmasıdır.





Bugünkü
Farsist savunma kaynaklarının tezleri ise bir traji-komedi repliğinden
öteye geçmeyen, acziyet içinde boğulmuş bahanelerdir. Öyle ki ; Safevi
devletinin Pers devlet geleneğinin bir devamı olduğu, Safevi hanedanın
Pers ve Sasani imparatorluklarının yeniden canlandırmaya ve bunların
tarihi misyonlarını sürdürmeyi hedeflediği tezi halen işlenmektedir.
Afşar ve Safevilerin Türkmen olmalarının Türk olması anlamına gelmeyip
bunların İran’ın bütünlüğünü koruyan idareler olduğu da pan Farsist
tarih yorumudur. Safevi hanedanlığının Pers-Sasani geleneğini
koruduğunun söylenmesi, İran üzerindeki en büyük devrimi Şiiliğe geçerek
yapan ve bunu bir kimlik olarak enjekte eden Safevilerin Mozambik’te mi
yaşadığını düşündürüyor. Türkmenlerin Türk olması anlamına gelmemesi
ise kendi kimliğim üzerinde beni şüpheye götürüyor. Osmanlı
ne kadar Türk ise Safevi o kadar Türk, Safevi ne kadar Türkmen ise
Osmanlı, Kayı boyundan olması hasebiyle eskilerin tabiriyle âli’yül
âlâsıdır.





- Azerbaycan’ın Ayrılması, Türkmençay’a Giden Süreç









Rus Çarı I. Alexander Kafkasların güneyine inme politikasını başlatır. Gürcü asıllı General Çiçiyanov’un da etkisi ile Tiflis’i ele geçiren Ruslar daha sonra Azerbaycan’ın kapısı olarak Revan’a (bugünkü Erivan) doğru yönelince Rus - İran savaşı başladı. 1804 - 1813 arasında süren savaş sonunda Gülistan Antlaşması imzalanır. Bunun sonucunda Ruslar Aras nehrine kadar olan yerleri hakimiyeti altına alır. 1826’da İran karşı saldırıya geçse de 1828’de Türkmençay Antlaşması ile kesin olarak Azerbaycan ikiye ayrılır.









Bu
ayrılık Azerbaycan’ın kuzeyi ve güneyine tüm olumsuzluklarıyla
yansımıştır. Kuzey Azerbaycan, Rusya’nın, Altın-Orda tecrübesinde
gördüğü, hanlıklara parçalayarak hakimiyet kurma stratejisinin kurbanı
oldu. Güney ise kendi ülkesinde kalmakla beraber kuzeydeki ırkdaşlarını
kaybettiği için zaten hassas olan kozmopolit dengenin, hanedan Türk olsa
dahi, iyice Farslar lehine dönmesiyle karşılaştı. Fars bölgelerinin
daha merkezileşmesi Türklerin, İran’daki hakimiyetinin zayıflamasının
ilk sinyalleriydi.





Kaçar Hanedanı Bayrağı




Kaçarlar döneminde Türklerin hanedan olmalarına karşın toplum içindeki konumları üzerine Mehmed Emin Resulzade şöyle demiştir:





"
İran’daki Türkler ne Rusya’dakiler gibi mahkum ne de Osmanlı’dakiler
gibi hakim bir milletdirler. Farslarla eşit haklara sahip bir
statüdelerdir."





- 20. Yüzyıl’ın Başındaki İran Reform Hareketlerinde Azerbaycan Türkleri





1900’lerin
ilk on yılı tam bir parlamentarizm devrimleri havasında geçmiştir.
Monarşik yapıların eskimesi sürecinde "Meşruti" bir rejime geçiş bu
yılların en hareketli akımı olmuştur. Çarlık Rusyası, Osmanlı Hanedanı
ve nihayetinde İran’daki Kaçar Hanedanlığı bu yıllarda ihtilal
hareketleriyle çalkalanmıştır. Osmanlı Devleti’nde zaten var olan bir
Meşrutiyet’in artık güvence altına alınmasıyla II. Meşrutiyet, Çarlık
Rusya’da 1905 kanlı pazar olaylarından sonra Duma’nın açılması bu
hareketlerin en önemlilerindendir.









İran’a geldiğimizde 1905’ten I. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar anayasal reform hareketleri baş göstermiştir. Diğer İmparatorluklarda olduğu gibi İran’da da Meşrutiyet yanlısı bir anayasa için ayaklanmalar olmuştur. Reformların öncülüğünü Azerbaycan Türkleri çekmiştir. Bunun üzerine Muhammed Ali Şah 1908’de Tebriz’e saldırı emrini vermiştir. Tebriz’de meşrutiyetçiler Setter Han’ın önderliğinde direnişe geçmişlerdir.





Setter Han Tahran Önlerinde





Şah korkusundan Tebriz’de evlere asılan beyaz bayrakları indirtmiş,
aylarca şehri kontrol altında tutmuşlardır. Tahran önlerine dayanarak
sonunda Şah’ı devirdi Anayasa reformunun gerçekleşmesine neden oldu.





Setter Han




I. Dünya Savaşı sırasında ise güneyden ilerleyen İngiliz hareketi ile kuzeydeki Rus-Ermeni hareketinin birleşmesi için Van - Urmiye hattında Ermeni, Asuri ve Nasturi ittifakı birçok katliam gerçekleşmiştir.
Güney Azerbaycan’da oluşan katliamlar sonucu Türkler de artık savunma
pozisyonuna geçmiş kendi askeri ve bürokratik kadrolarını
yetiştirmiştir. Ekim 1917 devriminin ve Dünya Savaşı’nın getirdiği
siyasal boşluktan da yararlanan Güney Azerbaycan’da Şeyh Muhammed Hiyabani
önderliğinde Tebriz’de Tahran’ın emirlerini kabul etmeyen bağımsız bir
yönetim oluşmuştur. İngiliz petrol antlaşmalarına karşı çıkan halkçı
Hiyabani 10 Nisan 1920’de Tahranla tamamen ipleri kopardı. Azerbaycan
eyaletlerinde hakimiyeti eline aldı. 22 Haziran 1920’de Hiyabani, Azadistan devletini ilan etti. Tahran ise İngiliz destekli tugaylarını Tebriz’e göndermiş ve Hiyabani’yi öldürtmüştür.





Şeyh Muhammed Hiyabani




Azadistan Devleti Bayrağı




20.
yüzyılın başlangıcında oluşan reformlardaki Azerbaycan etkisi baştaki
hanedanın da Türk olduğu için pek milli olarak gözükmese de Tahran’ın
Fars etkisi altında kalmış bürokrasisine karşı bir başkaldırı olduğu
bilinmelidir. Bu açıdan modern dönemdeki "yeniden milletleşme" sürecinde bir mihenk taşı oldukları bir gerçekliktir.





- Fars Faşizminin Doruğu : Pehlevi Hanedanı Dönemi





Şah Pehlevi




1925 yılında Kaçar Hanedanlığı, İngiliz destekli Pehlevi darbesiyle
yıkılmıştır. İran"daki Türk hakimiyetinin de sonunu getiren bu darbe,
giderek imtiyazını yitiren Türk toplumunun acılarının da başlangıcı
olmuştur. Pehlevi döneminde, eskiden beri var olan gizli Türk düşmanlığı
adete bir devlet söylemine dönüşmüştür. 997"den
1925"e kadar hemen hemen bin yıllık bir Türk hakimiyetinin getirdiği bu
psikoloji Fars faşizminin nefret kaynağı olmuştur.





Rıza Şah Pehlevi yönetime gelir gelmez kendisini İslam öncesi Pers-Sasani krallıklarıyla ilişkilendirmiştir. Ayrıca İran"daki Fars olmayan, Türkler başta olmak üzere, tüm unsurlara savaş açmıştır. Farsça"yı resmi dil ilan edip yerel dillerin okullarda kullanımı ve neşriyatını yasaklamıştır.
Azerbaycan bölgelerinde asimilasyon faaliyetleri başlatılmıştır. Eğitim
bakanlığı bölgeye fazlaca Fars dili öğretmeni gönderir ve bedava Farsça
kitap dağıtır. Fars
propagandası Azerbaycanlı gençlerin "fedakarca" Türkçe konuşmaması için
teşvikler yapar. Bölgenin Türkiye ile ilişki kurmaması için İran"da
gündeme gelen Latin alfabesi bu uğurda rafa kaldırılır.
Batı hayranlığının moda olduğu ve Tahran"da mağazaların %90"nın yabancı dillerde olduğu dönemde; Türkçe bir isim yasak olup, neşriyatta bir kelime Türkçe görülseydi Şah memurları tarafından toplatılırdı.
İran"ın muhalif hareketi Tûde"nin Komünizm propagandası yaptığı
kitaplar dahi toplatılmadığı dönemde Türk düşmanlığının ne seviyede
olduğu görülebilir.





Fars milliyetçiliğinin bilinmeyen bir yönü ise tamamen batı milliyetçiliklerine özgü İndo-Aryanist bir felsefe ile şekillendiğidir. Bizzat İran isminin "Aryalıların ülkesi"
anlamına gelmesi bunun delilidir. Bu bakımdan onların milliyetçilikleri
doğu toplumlarının anti-emperyalist korumacı milliyetçilik
örneklerinden ayrılır. Onlar Avrupa’nın rasist söylemleriyle hareket
ederler. Pehlevi döneminde İran ismiyle beraber bu tür yönelimler
muasırı Nazi hareketinin dikkatini çekmiştir. Öyle ki; Nazi ileri
gelenlerinden, Hitler Gençliği Başkanı von Schirach İran’ı ziyaret
etmiş, gayelerinin aynı olduğunu belirtmiştir. Eskiden beri
oryantalistlerin Farsları diğer doğu toplumlarından daha üstün
tutmaları- kendilerine yakın oldukları için -bilinmektedir. Bu, 19.
yüzyılın Alman kökenli düşünürlerine dahi yansımıştır. Nietzsche bu
etkilenmeyle meşhur eserinin ismini "Böyle Buyurdu Zerdüşt" koymuştur. Von Schirach’tan sonra 1936’da Alman ekonomi bakanı Dr. Schacht, İranlıların pür Aryan olmaları hasebiyle Anti-Semit Nüremberg kurallarının onlara uygulanmayacağını,
belirtmiştir. Buna karşı İran muharrirleri Avrupalıların ne yalın ayak,
aç ve göçebe Araplara ne de düzenledikleri seferlerle medeniyetin
altını üstüne getiren Türk-Moğollara benzediklerini söylemektedir.





İran Nasyonal Sosyalist Partisi




Fars
milliyetçiliğinin son boyutu olan Pan-Farsizm’den bahsedelim son
olarak. Milattan önceki İmparatorlukların sınırlarına özlem duyan bu
akım Türk ve ya Araplardaki gibi birleşmeden yani irredantizmden öte
işgalci yani emperyalisttir. Pan-Farsizm’in hedef sınırlarını yani "The Great Iran
çizersek; Afganistan, Farsça konuştukları için Tacikistan, Horasan,
Türkmenistan, Semerkand ve Buhara gibi Samani şehirlerine sahip
oldukları için tüm Özbekistan hatta Soğdların anavatanı olduğu
iddiasıyla Kırgızistan’ı nihayetinde Doğu Anadolu, Azerbaycan ve
Dağıstan’ı isteyen bir emperyalist hareket görürüz. Emperyalist
olmasının sebebi Farsi toplumların birleşmesinden öte eski imparatorluklarının toprakları olan her yeri istemelerinden kaynaklanmaktadır.





Pan-Farsizim"in kurduğu büyük İran düşü




Ayrıca bu pan-Farsizm tam bir Türk düşmanlığıyla bezenmiştir. Yunanistan doğumlu Farsist yazar Kave Ferruh
İndo-Aryanist düşüncenin bir kompozisyonudur adeta. Batının ve
Farsların Türk-Moğol akınlarının altında kalmışlığını Turancılığa
kustuğu kin ile gösterir. "Pan Turanizm Azerbaycan’ı Hedef Alıyor" adlı
çalışmasının ilk cümlesi: "Turancılık sadece İran’ı değil, Yunanistan’ı,
Ermenistan’ı, Ukrayna’yı ve Çin’i de tehdit eden bir harekettir."
Pan-Farsizm Türkiye üzerine sızma planları da yapar. “Eğer sen onlara
nüfuz etmezsen onlar sana nüfuz eder. Tebriz ve Kazvin yeniden ellerinde
olur”





- II. Dünya Savaşı Sonrası İran’daki Azerbaycanlı Hareketleri





II.
Dünya Savaşı’nın karışık ortamından yararlanan Sovyet Orduları, Doğu
Avrupa’yı işgal edip hakimiyet kurarken, İran’da da Tebriz merkezli bir
hakimiyet kurmuşlardır. Bu siyasal karışıklıktan yararlanan Seyyid Cafer Pişevari Kasım 1945’te Azerbaycan Demokrat Hükümeti kurarak tüm Azerbaycan’da hakimiyet kurmuştur.





Pişevari ve Hükümeti




Ayrıca İran’ın kuzeyini Azerbaycan SSC ile birleştirip Sovyetler Birliğine katmayı düşünen Sovyet güçlerinin de desteğiyle
muhtariyetini ilan etmiştir. Bununla beraber sosyalist Tûde’nin
Azerbaycan kanadı da Pişevari’ye katıldı. Azerbaycan Türkçesinde yayın
yapan "Azerbaycan" gazetesi de bu hükümetin yayın organı oldu. Ayrıca
daha Ekim 1945’te yapılan kongrede siyasal istekler belirtilmişti. Azerbaycan
için otonomi, Türkçenin okullarda okutulması, kamu kuruluşlarında
Azerbaycan özelinde Türkçenin resmi dil olması, bölgesel içişlerinde
Azerbaycanlılara görev verilmesi ve Azerbaycan askeri gücünün
oluşturulması
; bu isteklerin başlıcalarıydı.





Taralı Kırmızı Alanlar Sovyet Destekli, Yeşil Alanlar İngiliz Destekli




Gelgelelim Yalta ve Postdam
konferanslarında Sovyetlerin bölgeden çekilmesi konusunda ısrar edildi.
Sovyetlerin başta İran’daki kuvvetlerini arttırmasına rağmen Doğu
Avrupa’daki çıkarları adına buradan vazgeçmiştir. Bunun akabinde Güney
Azerbaycan’daki hareket söndürülmüştür.





- İran İslam Devrimi ve Türk Şialığının Fars Şialığı ile Çatışması





Şeriatmedari Posteri ve MHCP Militanları




Pehlevi devrinin süregelen baskıcı rejimi ve işbirlikçi yönetimi İran’ın genelinde huzursuzluk yaratmaktaydı. Halk, İran’ın yerli kaynaklarının İngiliz-Amerikan petrol şirketlerine nasıl peşkeş çekildiğini görmektedir. Buna karşı 1950lerde yaşanan Musaddık hareketi İslam Devriminin daha laik bir provasıydı. İran’da sosyalist muhalefet varlığı diğer Ortadoğu halkçı hareketleri gibi İslami bir çehreye bürünerek halka indi. İyice radikalleşen dini hareket, batı yanlısı seküler rejimi yıkmak için sokaklara döküldü. Azerbaycan bölgesi yine bu ayaklanmanın başını çeken kuvvetti. İlk önce Tebriz’de üniversitede gösteriler yapılmış, esnaf kepenk kapatarak göstericilere destek vermiştir. Pehlevi rejiminin müdahalesi gecikmedi, gösterilerde iki öğrenci öldürüldü. Bunun akabinde 10 Aralık’ta Tebriz’de devrim sürecinin en büyük gösterilerinden biri olan 700.000 kişilik yürüyüş gerçekleşmiştir.





Nihayetinde devrim olduktan sonra Tebriz yine Tahran ile ters düşmüştür. Farslar Humeyni’den başka kimseyi istemezken iken Türkler Şeriatmedari taraftarıydı. Bir Azerbaycan Türk’ü olan Şeriatmedari, İslam Cumhuriyet Partisi’nin karşısına Azerbaycan’da Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi(MHCP)’ni kurdu. Ayrıca bu parti muhtariyet taraftarıydı. İhtilaflar üzerine Şeriatmedari’nin sözleri şu oldu:





“Benim yerim 17,5 milyon Azerbaycan Türklüğünün dayanak noktası olan Tebriz olacaktır”





Bu gelişmeler sonucu Humeyni ve Şeriatmedari’nin arası iyice açılmıştı. Tebriz’de hakimiyeti Şeriatmedari taraftarı Türkler ele alınca, Humeyni yandaşları Şeriatmedari’nin Kum’daki evine saldırı gerçekleştirmiştir.
Bunun sonucunda Azerbaycan’da karışıklıklar doruğa çıkmıştır. Olaylar
üzerine Humeyni, Tebriz’i bombalama tehditinde bulunmuştur. Şeriatmedari artık kan dökülmemesi için Azerbaycan’daki MHCP kontrolünü sona erdirmiştir. Buna rağmen MHCPliler önemli bir haberleşme kulesini ele geçirdiler. Kule
beş hafta MHCP’nin elinde kaldı. Tebriz’de 700.000 kişilik bir yürüyüş
daha yapıldı. Devrim Muhafızları ile MHCPliler arasında çatışmalar
çıktı. Azerbaycan dışından takviye birlikler sevk edildi. 12 Ocak’ta 11
MHCP lideri idam edildi. Şeriatmedari ömür boyu ev hapsine mahkum
edildi.









Azerbaycan her halükarda İran’a suni bir şekilde bağlıdır. Bunu İslam devriminde dahi görmekteyiz. Oysa İran’ın en büyük tezi Şialık da hiç de öyle bilindiği gibi Türklerle Farsları birleştirmiyor. İran devlet stratejisi Şialığı Arap ve diğer Türklere kullanırken Azerbaycanlıların Safevi Şialığını kabul etmiyor onun karşısına Âli Şialığını koyuyor. Mezhepsel açıdan siyasi açıdan Azerbaycan, İran’ın bir doğal parçası değildir.





- İslam Devleti mi, Farsist Rejimin Devamı mı?





İslam
devrimi kuruluş aşamasında amacından sadece beş yıl içerisinde
sapmıştır. İdealist görüşleri bir anda dış politikaya ve iç dengelere
indirgemenin zorluğunu gören İslam Devleti sadece sloganda kalmıştır.
İlk yıllarda Azerbaycan Türkçesine bir serbestlik tanınmış hemen o
dönemde yine Azerbaycan Türkçesiyle "Ulduz" adıyla bir gazete çıkartılmıştır. 1979 yılında ise Prof. Dr. Cevat Heyet Varlık dergisini Türkçe olarak çıkartmıştır.





Bu kısa süreli özgürlük döneminden sonra 1997 yılına kadar Türkçe neşriyat büyük kısıtlamalara maruz kalmıştır. Pehlevi dönemini aratmayan ve bir ulus devletin sözcüleri gibi konuşan İslam(!) devriminin sözcüleri Farsist sloganlar atmaya başlamışlardır. Bunun örneklerine en çarpıcısı olan Karabağ savaşı döneminde İran devlet stratejisine bakalım ilk olarak. Düşünün ki dünyada İslam devleti olarak geçinen ve bunun flama taşıyıcılığına soyunan bir devlet hemen sınırlarının yukarısında bir Hıristiyan devletin, Müslüman devletin topraklarına tecavüzüne tanıklık etmektedir. Bu tanık ise aynı dinden hem de aynı mezhepten sayılan devlete değil yardım etmek zahmetinde bulunmayı karşısındaki Hıristiyan devlete yardım etmektedir. İran, Ermenistan ile Şubat 1992’de yani Hocalı katliamının gerçekleştiği ayda diplomatik ilişki kurmuş, çok sayıda ekonomik anlaşma imzalamıştır. Ayrıca Türkiye ve Azerbaycan tarafından kuşatılan Ermenistan’a İran üzerinden petrol gitmiştir.









Almanya ile çıkan pürüzlerde Rafsancani döneminde, ikimizde Aryan ırkındanız bu yaptığınız reva mı, gibi tam bir İndo-Aryanist yoruma rastlarsınız. Basra körfezini “Persian Gulf" olarak göstermeyen National Geographic’e, ateşperest Persleri kötü gösteren 300 Spartalı filmine tepkileri tamamen Farsist devlet reaksiyonlarıdır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyetinin yayınlarında Loristan eyaleti hakkındaki yorumu da kayda değerdir: " Asil Aryan ırkındandır". Tahran Fars kökenli topluluk Tacikistan’a yaptığı düzenli yardımlarla Pan-Farsist duruşunu göstermektedir.





Türkçe’ye nefreti olan bu rejim, BM
İnsan Hakları Özel Temsilcilsi Prof. Dr. Mourice Copithorne tarafından
hazırlanan 2000 yılını kapsayan rapora göre, Türkçe ad taşıyan
çocukların nüfus kütüklerine kaydedilmedikleri bilinmektedir.





Bölücü başının yakalanmasından sonra Türkiye İran’dan himaye ettiği Osman Öcalan’ı iade etmesini istedi. Oysa İran Şubat 1999’da Pkk’ya Urmiye’de kongre yapmasına izin verdi. İranlı ajanlar, Türkiye’de İran’ın istediği hedeflere karşı yönelmeleri için Pkklılarla işbirliği yaptı. Daha sonrasında Pkk’ya Ermenistan üzerinden ve Rusya’dan silah transferine izin verdi.





- Sovyet Sonrası Milli Uyanış ve GAMOH





Sovyetlerin açıklık politikaları sonucu Kuzey Azerbaycan’da milli hareketler hızlanmıştı. Azerbaycan Halk Cephesi adı altında ve büyük lider Ebulfez Elçibey önderliğinde tüm Azerbaycan’da azatlık naraları atılmaktaydı.
Kendisi de tarihçi olan Elçibey, Türkmençayı dolayısıyla Güney
Azerbaycan’ın kuzey ile nasıl ayrıldığını biliyordu. Halk Cephesi’nin
milisleri de Elçibey’in söylemleri ve Erdebil’de Tebriz’de bulunan
akrabalarının bilinciyle Kuzey’i azat ederken Güney ile birleşerek bir "Bütöv Azerbaycan” yaratmak ülküsündelerdi. Bu ülkünün ateşiyle 1989’un
31 Aralık’ında Nahçivan ve diğer sınır bölgelerinde sınır kulübelerini
yakmış, tel örgüleri kesmiş, Güney ve Kuzey Azerbaycan arasında
sınırları bir müddet olsa da kaldırmışlardır. 31 Aralık, Hemreylik günü
olarak her sene kutlanır.





Güney Azerbaycan Milli Hareketi Bayrağı




Sözde İran Azerbaycan Sınırı




Kuzey
Azerbaycan’ın azat olmasından sonra Güney Azerbaycan’da da milliyetçi
hareketlerin ayak sesleri yavaş yavaş yükseliyordu. Bundan kaygı duyan
Farsistler ise komik tezlerle savunmaya geçmişlerdi. Farsistler bugünkü
bağımsız Azerbaycan’ın asıl adının "Aran" olduğu yeni adının Müsavat
partisi tarafından uydurulduğunu belirtmektedirler. Bu komik iddia İran
Dışişleri tarafından basılmıştır. Oysa
aynı kitabın 133. sayfasında verilmiş olan Zend hanedanı dönemindeki
bir yazışmada Aras’ın iki tarafı için de Azerbaycan ifadesi
kullanılmaktadır.
Bu iddialar sadece Kuzey ile Güney Azerbaycan’ı ayırmak için yaratılan girişimler olmuştur.





Bu arada 1996’ya gelindiğinde Mahmudali Çehreganlı adındaki dilci Azerbaycan Türk’ü akademisyen parlamento seçimlerinde Tebriz’den 600.000 oy aldı.
O günden itibaren üç defa hapsedildi ve işkence gördü. Daha sonra Güney
Azerbaycan davasını dünyaya duyurmak için İran’ı terketti. Güney Azerbaycan Milli Oyanış Hareketi (G.A.M.O.H.) da onun öncülüğünde kuruldu.





Güney
Azerbaycan Türk milliyetçiliğinin 90ların sonrasında yeniden
canlanışının bir önemli sebebi de bu canlanışın İran’daki Türklerin
Türkiye’ye ilgisinin arttığı bir döneme rast gelmesidir. Bunun
sebebi Türk televizyonlarının artık Güney Azerbaycan’daki ve
Tahran’daki Türklerin bir numaralı seçeneği haline gelmesidir.

Uydu alıcıları aracılığıyla gerçekleşen bu ilgi Tahran yönetimini
derinden sarsmış ve endişeye sürüklemiştir. Bu rahatsızlığını yine
İslami kimliğe bürünerek çarpıtmış, Türkiye kanallarındaki hicap,
örtünme, genel ahlak gibi uygunsuzluğa vurgu yapmıştır. "Ancak
Azerbaycan ve Tahran’da Türklerin Türkiye kanalları izlemesinin asıl
sebebi dildir. İran’ın tepkisi de bu dil yakınlığının siyasal
yansımasıdır."
Ayrıca günümüzdeki yarışma programlarına katılan
İran Türklerinin sayısı çok fazladır ve bir çoğu çok başarılı
olmaktadır. Bu da İran’da nasıl bir Türk popülizminin var olduğunun
kanıtıdır.





1997
yılına gelindiğinde İran’da Hatemi dönemi başlamıştır. Bu dönemde
Türkçe neşriyata izin verilmesi nedeniyle muhteşem bir Türkçe neşriyat
patlaması yaşanmıştır. Üniversite öğrencileri Türk kültürünü araştırmak
ve yaşatmak amacıyla otuza yakın dergi çıkarmıştır. Araz,
Bakış, Baykuş, Birlik Çağrı, Çiçek, Kopuz, Ulduz, Ildırım gibi Türkçe
isimleri seçmeleri de dikkati çekmektedir. Azerbaycan Türkçesini
sadeleştirme girişimleri dahi vardır. Bunun için Türkiye Türkçesinden
kelime almaktadırlar.





2000’li
yılların ilk yıllarında İran nükleer denemelere başlamış ve batı
tarafından tepkiye maruz kalmıştır. ABD ve İsrail, İran denklemi üzerine
yoğunlaşırken her tür açığı yokluyorlardı. İran tarafında da bunun
bilincinde olarak savunma kaynaklarını ve açıklarını analiz ediyordu. Şüphesiz İran’ın iç cephesinde en zayıf noktası Azerbaycan’dır. 2006 yılına gelindiğinde Azerbaycan’ın var olan hassasiyeti herkesçe malum olmasına rağmen "İran" adlı gazetede Türkleri aşağılamak için çizilen ve güldürü amacını taşımayan bir karikatür gündeme bomba gibi düşmüştür.









Karikatürde bir Fars piçinin karşısına Türkçe konuşan bir hamamböceği oturtulmuş, ve bu piçe "Türklerin hamamböceği olduğu dillerinin anlaşılmadığı İranlıların ülkelerini seviyorlarsa tuvaletler yerine bahçeleri kullanıp bu böcekleri açlıktan öldürmeleri gerektiği" söylettirilmiştir.





Bu rezilliğe sessiz kalmayan Güney
Azerbaycan Türkleri Kum’dan Mahabad’a Gülistan’dan Tahran’a ulaşan ve
protestoyu aşan gösteriler yaşattı. Erdebil ve Sulduz gibi şehirlerde
saatlerce süren çatışmalar yaşandı ve onlarca insan hayatını kaybetti.
İran’ın her yerinde şu sloganlar yankılanıyordu:





" Haray, Haray Men Türk’em!"
"Bakı - Tebriz - Ankara, Fars Hara Biz Hara"
"And olsun Setter Han’a, Tahran gerek odlana"
"Azerbaycan oyakdı, öz diline dayakdı"





2006 olaylarından sonra Tebriz’de ve diğer şehirlerde Azerbaycan bayrakları her yerde kamuya açıldı, çıkartmalar alanlarda yapıştırıldı. 2007 Ocak ayında Tahran’daki bir askeri birimde mescidin duvarına "Men Türk’em" yazıldığı, bu mescidin tamirat bahanesiyle kapatıldığı ve Azerbaycanlı olanların sorguya çekildiği de bilinmektedir. Peki İran bunların olacağını biliyor ise neden böyle girişime gazetesinde yer veriyor. Bununla ilgili temel iki görüş vardır. Bir şekilde dış güçlerin müdahalesi oldu sabotaj gerçekleşti. Diğer görüş ise daha dikkat çekicidir. İran ileride gerçekleşebilecek müdahale sonrası yahut öncesi bir Türk ayaklanmasının provasını yapmıştır. Her ne olursa olsun İran’ın bunun önünü olağanüstü hallerde kolay kolay alamayacağını görmüştür.









Ayrıca
Güney Azerbaycan’ın milli takımı gibi olan Traktör Klübü tam bir
“bozkurt” yuvası haline gelmiştir. Türkiye Azerbaycan bayrakları, Güney
Azerbaycan İran değildir pankartları, 2006 olayların yaktığı ateşin
sönmediğini göstermektedir.





Traxtör Taraftarları




- İran’daki Türk Nüfusu ve Türkiye-İran Sınırındaki Demografik Yapı

"İslam’ın
bölgeye gelişinden beri Türkler İran’da güç sahibidirler. 70 yıl
öncesine kadar Türkler İran’ın %51,5’ini oluşturmaktaydı. Azerbaycan
Türklerinin nüfusu hızla yükseliyor olmasına rağmen rejim bize %25lere
düştüğümüzü söylemektedir. Biz, Türklerin 34 milyonluk nüfusuyla İran’ın
en büyük nüfusu olduğuna inanıyoruz. Bunların 20 milyonu Güney
Azerbaycan’da 10 milyonu Tahran’da (başkentin %70’i Türk) , 2 milyonu
Kaşkayi, 2 milyonu Türkmen’dir."

- Çağrı Çehreganlı





BM’nin 2002’de hazırladığı raporda Azerbaycan Türklerinin yaklaşık 30 milyon nüfusa sahip oldukları belirtilmektedir. Yani Çehreganlı taraf olduğu için abartıyor iddiası BM istatistikleriyle yerle bir olmuştur. Bu nüfusun yaşadığı bölgeleri izah edelim.





Türkler üç bölgede yoğunlaşmıştır. Birinci Güney Azerbaycan;
yani Tahran’ın doğusundan başlayarak güneyde büyük çölün batı
sınırlarını takiben Kum’a oradan da batıya yönelerek Tefriş, Melayir,
Nihavend, Hamedan’ın batısından yönelip Bicar, Goşaçay, Soğukbulak
(Mahabad), Sulduz, Türkiye-Irak-İran sınırının kesiştiği yerden Türkiye
sınırı boyunca uzanıp Nahcivan - Ermenistan - Azerbaycan sınırı boyunca
Hazar’a ulaşıp yine güneyden Kazvin’den yine Tahran’a ulaşan
sınırlardır. İkinci bölge kuzey doğudaki Türkmensahra bölgesidir. Üçüncü bölge ise güneyde Basra körfezine pararel Zagros dağlarına hakim Şiraz Türklerinin nüfusunun bulunduğu yerdir.
Ancak Van-Urmiye eksenindeki Kürt nüfusu tüm güçlerin Türkleri ayırma planlarında dayanak noktasıdır. Urmiye gölünün kurutulup Türklerin oradan uzaklaştırılması ileride büyük sıkıntılar doğurabilir.





- Türk Dünyası Açısından Güney Azerbaycan’ın Stratejik Kritiği





30
milyonu bulan bir Türk nüfusundan bahsediyoruz. Böyle bir nüfus
potansiyelinin, ki nitelikli bir potansiyel, Türk Dünyası için
kilitlenen tıkanan geleceğin, mankurtlaşmanın, tepkisizliğin,
kimliksizliğin anahtarı olacaktır. Yazımın başındaki İngiliz teşhisi de
bunu özetlemektedir. Bugün Kazan’da, Kafkaslarda, Doğu Türkistan’da
verilen mücadeleler gayri Müslim halklara karşı verildiği için
Vahhabilik, aşırı İslamcılık gibi akımlara maruz kalırken Güney
Azerbaycan’da Türkiye’de bile bulunmayan bir Türkçü-Turancı hareket
devam etmektedir. İran üniversitelerinde okuyup mezun olan ancak Farsist
rejim yerine Türkiye’ye kaçıp gelen Tıp ve Mühendislik uzmanı insanlar
burada da karşılıklarını bulamamaktadır. O yüzden iddia ediyorum ki Güney Azerbaycan sadece kendini değil tüm Türkleri kurtarma savaşı vermektedir. Sadece Gülistan’dan Tahran’a uzanan bir toprak parçasından daha öte olduğu için Turan’ın anahtarı konumunda.





Bir yap-bozun eksik parçası olarak da algılayabilirsiniz çünkü Türk Dünyasında ekonomik olarak iki karakter vardır, birincisi
nüfusu çok ancak doğal kaynaktan yoksun dinamik devletler ikincisi
doğal kaynağa sahip olmasına rağmen onu değerlendirecek nüfus enerjisi
olmayan devletler.
Azerbaycan ve Türkiye bu karakterlerin iki örneğidir. Bunlar birbirlerine eklemlenirse güç kazanır. Bu eklem de, yap-bozun eksik parçası da Güney Azerbaycan’dır. Sadece Türkiye-Azerbaycan değil diğer Türk ülkelerinin de eklemi olacaktır çünkü bu tür hareketler sadece bir ateş ister. Bakü-Tebriz-Ankara
hattında, siyasal açıdan nasıl bir sistemle olursa olsun, ekonomik ve
askeri birliğin oluşması durumunda Kazan da Taşkent de buna sessiz
kalamaz
. Dünya artık küçük ulus devletlerin değil, kendine
yeterliliği olan büyük ulus devletlerin nefes alabildiği bir alan ve
böyle bir modele girebilmek için en yakın dönemeç İran’dan geçmektedir.





Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki Slav-Ermeni-Fars zincirini de kıracak yine Güney Azerbaycan’dır. Türk
Dünyası için artık şiirler yazma vakti geçmiştir. İran ya kazanılacak
ya da kaybedilecek bir meydandır. Biz o meydana çıkmadığımız sürece,
Irak da olduğu gibi, hükmen mağlup sayılacağız.





Türkiye
özelinde baktığımızda ise sadece doğal kaynaklar değil 30 milyonluk bir
kurucu unsur takviyesi göreceğiz. Türkiye’deki etnik problemin de
kökünü kazıyacak potansiyel vardır. Iğdır
örneğine bakarsanız küçücük bir Nahçivan’ın neler yaptığını
görebilirsiniz. Güney Azerbaycan’da onlarca Nahçivan var. Bu yüzden Türk
milliyetçileri salt bir anti emperyalist mantıkla değil Türk’ün
çıkarlarına dayanan bir felsefeyle hareket etmelidirler.
Biz İran’ı bölersek onlar da bizi böler mantığıyla bir yere varılamaz. İran senelerdir terör örgütüne yardım etmiştir.





İran denklemi Amerikan-İsrail hücumları sonrasında ne olur bilinmez ama orada heterojen bir yapı vardır. Geçmişten
beri Tebriz’in Tahran’a karşı reaksiyoner tavrı gelecekteki olağanüstü
şartlarda neler olabileceğini kestirmemize yol açıyor.

Gelgelelim buna devletimiz hazırlıklı değil. En azından Türk
milliyetçileri olarak bu davanın ehemmiyetinin bilincinde olalım.
Türkiye’nin bugünkü durumunun koşullarında sınır dışımızdaki Türkler uğraşmak lüks değil bilakis zorunluluktur, çünkü içerideki sorunlarımızın tüm çözümü oradadır.





KAYNAKÇA
- Tarihi ve Jeopolitik Boyutlarıyla İran’da Milliyetçilik - Yalçın Sarıkaya
- İran’ın Orta Asya Politikaları - Dr. Kaan Dilek
- İran Türkleri - Ali Kafkasyalı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dersim İsyanı ve Seyit Rıza

FTP sunucusu kurmak

Koçgiri İsyanı